Kültürel Yozlaşma

Sosyal fobi ve psikoloji üzerine makaleler..(Lütfen yazının kaynağını belirtiniz)
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Bronzat
Mesajlar: 63
Kayıt: 29 Mar 2009, 17:04

Kültürel Yozlaşma

Mesaj gönderen Bronzat »

Kültür, bir toplumu diğerlerinden farklı kılan değerler bütünü ve hayatı algılama biçimidir.

Bilim ve teknoloji evrensel ama kültür millidir. Kültürlerin milli olması, içlerine kapanık, diğer kültürlerden kopuk olmaları anlamına gelmez. Yeryüzünde saf, katışıksız kültür unsuru yoktur. Hiçbir dil, mimari, musikî yoktur ki diğerlerinden etkilenmemiş, beslenmemiş olsun. Fransız Filozofu Alain, “Arslanın vücudu yediği diğer hayvanların vücudundan meydana gelir, ama Arslan her zaman kendisidir” der. Arslan sabahleyin bir tavşan yediği zaman kulakları uzamıyor, öğleden sonra bir geyik yediği zaman boynuzları çıkmıyor. Yaratıcı, Arslana hazmettiği herşeyi Arslana dönüştürme özelliği vermiştir.

Alain, Kültürlerin de böyle olduğunu söylüyor. Kültürler birbirlerinden beslenir, birbirlerinden etkilenirler. Ancak etkilenme, aynileşme, kopyası haline gelmeye dönüştüğü zaman işte o zaman yozlaşma ve sonuçta yok olma süreci başlar.

Bugün dünyanın en yaygın bilim ve iletişim dili olan İngilizce asli karakterini koruyarak dünyanın neredeyse bütün dillerinden kelime alan dev bir dil haline gelmiştir. Kültürün asli karakteri olan çekirdek unsurlar sabit kaldıkça kültürde kolay kolay yozlaşma olmaz.

Kültürümüz, İslamiyet öncesi, İslami dönem ve Batılılaşma dönemi olmak üzere üç ayrı dönemin ürünüdür. Kendimize has dilimiz, musikimiz, mimarimiz, resmimiz, plastik sanatlarımız, folklorümüz ve etnografyamız vardır. Bunların hepsine şu veya bu oranda sinmiş, ruh ve mana kazandırmış bir dinimiz vardır.

Bilim ve teknoloji maddi hayatımızla ilgili olduğu gibi kültür de manevi hayatımızla ilgilidir. Duygularımızı dille, ruhumuzun derinliklerinden gelen nağmeleri musikiyle, estetik zevklerimizi görsel sanatlarla ifade ederiz. Beşer olarak aczimizi, faniliğimizi hissettiğimiz zaman, yaratıcı kudrete sığınırız.

Kültürel yozlaşma sonucu bugün gençlerimiz maalesef büyük çapta renksiz, ruhsuz, şiirsiz bir dünyada yaşamaktadırlar. Gönüller Sultanı Yunus emre 7 asır önce maddenin şekil verdiği, mananın hayata hakim olmadığı bir dünyada yaşayan insanların ızdırabını

Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı mısrası ile ifade etmiştir. Gerçekten bütün lükse, konfora, medeniyetin nimetlerine rağmen insanlık gönül darlığı içersindedir.

Aristo, asırlarca önce “En betbaht millet, kaleleri ayakta iken kültürü ve ahlâkı harabe olan millettir” demişti. Kültürel yozlaşma beraberinde tabii olarak kültürün ve ahlâkın harap olmasını getirir.

Tek Partili dönemde Batılılaşmak hevesiyle milli kültürümüze büyük darbe vurulmuştur. Atilla İlhan’ın şu sözleri bize ait olanların sözkonusu dönemde nasıl horlandığının, hayatımızdan koparılıp atıldığının bir örneğidir.

“Lisede Sophokles okuduk. Klasik Türk Musikisine sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık; kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körükörüne hayranlık göstermeği öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo’dan önemsiz, Mevlana, Dante’den küçüktü. Itri ise Bach’ın eline su dökmezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk.”

Kültür emperyalizmine malzeme olmamak elbette dünyaya antenlerin kapatılması, değişen zaman ve şartlara göre kültürel olarak değişime direnmek anlamına gelmez ve gelmemeli.

Kitle iletişim araçlarının başdöndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, özü korumak şartıyla, değişim, çağdaş dünyayla rekabet etmenin vazgeçilmez şartı olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar, “değişerek gelişmek ve gelişerek devam etmek” ten söz eder ki, son derece haklıdır. Artık XX.asrın başında bazı aydınlarımızın söylediği gibi “Batının bilim ve teknolojisini alalım ama kültüründen uzak duralım” mantığı geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü bu mümkün değildir. Japonya eninde sonunda kültürel olarak da Batının tesirine açılmak zorunda kaldı. Burada yapılması gereken şey, çok iyi seçmeci, ayıklamacı olmayı başarabilmektir. Bal arısı, bal gibi bir gıdayı üretmekle beraber, zehiri de vardır. Akıllı insan, arıya yaklaşmasını bilen insan, balından yararlanır. Arıya nasıl yaklaşacağını bilmeyenler ise zehirinden nasibini alır.

Bugün kültürel hayatımızın yozlaşmasına sahip olan kitle iletişim araçları, araç olarak son derecede faydalı ve masumdurlar. Onları iyiye ve güzele kanalize ederseniz iyi ve güzel sonuçlar alırsınız. Tersi yapıldığı zaman ise bugün ülkemizdeki durum ortaya çıkar.

Bugün ülkemizde yayın yapan gazete ve televizyonlarımızın çoğu, ne yazık ki, insanımızı enforme etmeleri gerekirken, kültürel hayatımızın taşıyıcı, öğretici, eğlendirici, düşündürücü unsurları olmaları gerekirken kültürel yozlaşmanın en büyük sebebi olabilmektedirler. Çok düzeyli ve sorumluluk bilinciyle yayın yapan bazı TV. kuruluşlarını tenzih ediyorum ama televizyonlarımızın büyük bir kısmı tavernacı, gazinocu bir anlayışla yayın yapıyorlar.

Şiddet, müstehcenlik, karamsarlık aşılama, özenti yaratma, yanıltıcı reklamlarla tüketimi arttırma, yazılı kültürden uzaklaştırma, gibi mahzurları olan yayınlar üzülerek belirteyim ki çoğunluktadır. Çizgi filmlere varıncaya kadar şiddet, yıkma, dökme, ortadan kaldırmanın ağırlıkta olduğu yapımlar gençlere 24 saat sunuluyor.

Bizim kültürümüzde saygıdeğer bir konumda olan, anne, kızkardeş veya eş olarak hürmet edilen kadın, adeta bir ticari malzeme bir reklam aracı ve herşeyden daha vahimi cinsi bir obje haline getirilmiştir. Ünlü şairimiz Ahmet Haşim, daha XX.asrın başında ilahelere benzettiği sevgilisine seslenirken bugünkü beşerin kirli bakışından dert yanıyordu.
Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende bende bir ma’na...

Bizim toplumumuzun çok ciddi sorunlarının olduğu doğrudur. Ancak medyanın sürekli olarak yanlışlıkları, toplumun kangren olmuş taraflarını, kötü örnekleri insanların önüne sergilemesi, kişilerin ülkeleri, hatta kendileri ile ilgili karamsarlığa düşmelerine sebep olmaktadır. Okuyucu, dinleyici veya seyirci sürekli olarak hırsızlıklar, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar, haksızlıklar, işkenceler, katiller, insan hakları ihlalleri, dürüst ve namuslu insanların hayal kırıklıkları vs. ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Yani özetle bütün çirkinlikler sergilenirken iyi örnekler, güzellikler adeta görmezlikten gelinmektedir. Bu durum, toplumu müthiş bir karamsarlık girdabına sürüklemektedir. Medya elbette denetim görevini yapacaktır, ama olayların takdim ediliş biçimi çok önemlidir.

Öte yandan gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğu ülkemizde, yapılan yayınlarla fakir fukara adeta acite edilmektedir. Eskiden beri ülkemizde dar gelirli insanlar hep olagelmiştir. Ne var ki bu insanların başka kesimlerin hayatlarına özenmeleri sözkonusu değildi. Özellikle televizyonlar yurdun en ücra köşesinde yaşayan doğru dürüst beslenemeyen, giyinemeyen vatandaşlarımıza şatafatlı bir dünya sunmaktadır. Bir yandan varlıklı, kolay kazanıp kolay harcayan insanların eğlence adı altında akla hayale gelmedik çılgınlıkları ve bunların magazin haberleri adı altında teşhir edilmesi; öte yandan kızgın güneşin altında tütünle, pamukla uğraşan ancak alnının terinin karşılığını alamayan insanımız... Bu durumda Batman’da bazı genç kızların intihar etmesine şaşmamak lazım. Kavak eken sopa biçer, rüzgar eken fırtına biçer. Beş yıldızlı otellerde yapılan düğünlerde marklar, dolarlar ayaklar altında dolaşıyor. Stress atmak için tabaklar kırılıyor, masa örtüleri, ceketler yakılıyor, peçeteler savruluyor vs.

Biz de varoş müziği diye yıllarca arabesk müziğe sadece yan baktık ve TRT’de yayınını yasakladık ama bunların faydası olmadı. Arabesk büyük bir sektör oldu, starlar yetiştirdi.

Türkçe, edebiyatçılar tarafından işlenerek geliştirileceğine yıllarca üzerinde ideolojik oyunlar oynanan bir alan olmuştur. 1980 öncesinde TDK solcu aydınlarımızın yönetiminde iken Arapça, Farsça kelimeler atılıp yerine tatsız, ruhsuz kelimeler türetildi. 1980 sonrasında milliyetçi öğretim üyelerinin yönetimine geçen Kurumda bu sefer Batı kökenli kelimeler atılıyor, yerlerine yeni kelimeler üretiliyor. Sempozyum yerine “Bilgi Şöleni”, fax yerine “Belge geçer” zaping yapma yerine “geç geç” vb.

Dilimiz o kadar fakirleştirildi ki artık insanlar 2-3 yüz kelime ile konuşur hale geldiler. Dili yozlaşan, fakirleşen toplumlar düşünme melekelerini bile kaybederler. Çünkü insanlar kelimelerle düşünür. Bırakalım yüzyıl önce basılmış bir kitabı, 1960’larda 1970’lerde yazılıp basılan kitaplar bu günkü nesiller tarafından kolay kolay anlaşılamıyor. Üretilen zevksiz, kuru, muzikaliteden yoksun kelimeler zamanla yerleşince “Bakınız işte tuttu. Güzel olmasaydı halk tarafından benimsenmezdi” gibi yorumlar yapılıyor. Halbuki sürekli bir empoze sonucu yanlış da olsa bunlara toplumun alıştırıldığı göz ardı ediliyor. Bu durumu çok güzel izah eden bir fıkra vardır:

Şehirden Anadolu’nun ücra bir köyüne gelin gider. Gelin Hanım, köye varınca mayıs kokusundan müthiş rahatsız olur. Her tarafta tezek yığınları vardır. Kayınpederine evlerinin etrafındaki hayvan pisliklerini niye temizlemediklerini, mevcut pis kokuya nasıl dayandıklarını sorar. Kayınpederi der ki:
Kızım biz evimizin etrafındakileri uzaklaştırsak bile 15 metre öteden bu sefer, Mehmet Efendi’nin evinin etrafındakılerin kokusu gelir. Burası köy yeridir. Bundan kurtulmak çok zordur.
Hamarat gelin herşeye rağmen kolları sıvar evlerinin etrafındaki bütün mayısı, tezekleri uzaklaştırır. Bir ay sonra koku namına bir şey kalmaz. Kayınpederine,
Gördünüz mü koku diye bir şey kalmadı, deyince kayınpederi;
Kızım aslında koku aynen devam ediyor ama kokuya senin burnun alıştı, der.

Maalesef toplumumuzun bir çok çirkinliğe ve yanlışlığa tabir yerinde ise empoze ve yoğun telkin sonucu adeta burnu alıştırılıyor.

Zengin bir folklorumuz vardır. Saz şairleri beşeri bütün duyguları en sade, en açık Türkçe ile anlatmakta ustadırlar. Nasrettin Hoca’nın fıkraları, insanın en gülünç ihtiraslarını, zaaflarını en veciz şekilde ortaya koyarlar. Bektaşi fıkraları, dini taassuba karşı yöneltilmiş en keskin hicivleri içerirler. Kerem ile Aslı hikayesi, “sen” in peşinde koşan insan ruhunun en saf, en asil timsalidir. Her atasözü derin bir hikmeti anlatır. Bundan dolayıdır ki şair Şinasi, atasözlerine halk felsefesi anlamına gelen “hikmet-i avâm” demektedir. Halk masallarında hayal gücünün en güzel en hür oyunları vardır. Öyle halk havaları vardır ki oynamasını bilmeseniz de insanı kıpır kıpır ritmine kaptırır. Anadolu’da hasret ve gözyaşı ile kalbimizi burkan ağıtlar dinlersiniz. Anadolu’nun uzak ve mütevazı köylerinde kasabalarında tandır başında genç kızların işledikleri nakışların rengini ve şeklini büyük müzelerdeki meşhur tablolarda göremezsiniz. Her halı, her kilim aynı zamanda ilmik ilmik, desen desen gönlün aynasıdır. Hele o günlük hayatı derin bir mana ile şekillendiren örf ve adetler...

Batının yüksek kültüründe halk kültürünün, dinin derin izleri vardır. Sanatkârlar, halkın basit ama saf ve samimi dünyasını ham bir malzeme gibi alır ve işlerler. Bizim de bunu yapmamız lazım.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kültürümüzün dünyaya kapatılması, durağan hale getirilmesi elbette sözkonusu olamaz. Bunu istesek de yapamayız. Çünkü İnternet çağında yaşıyoruz. Yunus Emre;

Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası
derken değişimin kaçınılmaz olduğundan ve sürekli aynı kalmanın usanç vereceğinden söz ediyordu. Benim gencim elbette değişen şartlara göre, kültürel olarak da kendini yenileyecek. Her gün yeni bir alem kuruluyor. Ne var ki, bizi biz yapan asli çekirdekleri, ana karakteri kaybetmeden....

Onun için hep dedik demeye de devam ediyoruz. “Biz, Avrupa birliğine ezanımızla, kur’anımızla, bayrağımızla gireceğiz, böyle girmek istiyoruz.”
Şair Kemalettin Kamu, “Bingöl Çobanlarına” isimli şiirinde çobanın dar ve basit dünyasını onun ağzından anlatırken der ki:
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular söyler bize yılların geçtiğini.
Bu dizeleri bizim diplomalılarımıza uyarlamak pek ala mümkündür. Eskiyi bilmeden, yeniyi yani Batı’yı bilmeden ahkâm kesenlerin haddi hesabı yok. Okuyanımız, yazanımız da maalesef medeni dünya ile karşılaştırılamayacak kadar azdır. Tabii ki şairin kasti başka ama biz burada okuma yazmadan söz ederken entellektül anlamda okuma yazmadan söz ediyoruz.

Gençliğimiz kapı komşusundan habersiz, ama dünyanın öbür ucundaki insanla chat yapıyorsa bu sağlıklı bir durum değildir. İkisinin bir arada yapılması elbette arzulanan şeydir. Kendisiyle, ailesiyle toplumuyla iç içe ve ilgili, ayakları kendi topraklarına basan, milli değerleri ve milli kültürü özümsemiş ancak dünyayı bilen, dünyadaki gelişmeleri takip eden ve çağdaş değerleri iyi okuyan bir genç... İşte bizim arzuladığımız genç, işte yetişmesini istediğiniz genç:
Orhan Veli, bir şiirinde.
Düşünme, arzu et!Bak böcekler de öyle yapıyor,
der. Bugün gerçekten düşünmeyen, sadece midesine ve sensualiteye bağlı, ruh dünyası boş ve hayatı anlamsız bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor. Büyük Türkiye, ancak kültür ve birikim olarak, ruh olarak büyük ve idealist bir gençlikle gerçekleşir.

Burada ünlü Avusturyalı devlet adamı Matternich ile ünlü Türk dostu İngiliz diplomat Davit Urquhart’ın birbirine çok benzeyen sözlerini hatırlayalım. Matternich 19.asrın başında, Urquhart ise ikinci yarısında Osmanlı Devlet adamlarına “Bizim nezdimizde de saygıdeğer kalmak istiyorsanız lütfen kendiniz olarak kalın” mealinde sıkça uyarılarda bulunmuşlardı.

Gençler! Lütfen kültürel beslenmeye, yararlanmaya, iyi ve güzel nerede ve kime ait olursa olsun faydalanmaya açık olalım ama daima kendimiz olarak kalalım.
sigmund

Re: Kültürel Yozlaşma

Mesaj gönderen sigmund »

Bu metnin yazarı kim ?
Kullanıcı avatarı
Bronzat
Mesajlar: 63
Kayıt: 29 Mar 2009, 17:04

Re: Kültürel Yozlaşma

Mesaj gönderen Bronzat »

social_angry yazdı:Bu metnin yazarı kim ?
www.dönüşümkonagı.net site ismi:)yazarın adı yazmıyordu:)

kültürel yozlaşma yazıp entere bassaydın cevapını bulurdun:)

yani BEN yazmadım:)
Cevapla