İki Yaşam Felsefesi: Korku Kültürü ve Değerler Kültürü

Sosyal fobi ve psikoloji üzerine makaleler..(Lütfen yazının kaynağını belirtiniz)
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Bronzat
Mesajlar: 63
Kayıt: 29 Mar 2009, 17:04

İki Yaşam Felsefesi: Korku Kültürü ve Değerler Kültürü

Mesaj gönderen Bronzat »

GÖZLEM 1

İstanbul'da Atatürk Hava Limanı yenilenmeden önceydi; hatırladığım kadarıyla aylardan ekimdi ve Adana'ya gitmek üzere bir öğleden sonra iç hatlar terminalindeydim. Erkekler tuvaletine gittim. Kalkma zamanı yaklaşan uçakların anonslarıyla yolcular çıkış kapılarına yönlendiriliyordu; havaalanı ve tuvalet kalabalıktı. Tuvalette iki lavabo vardı ve yolcular ellerini yıkamak için bir kuyruk oluşturmuşlardı. Kapıya yakın ilk lavaboda, iriyarı, 1.90 boylarında ve 100 kilo civarında bir yolcu aynada saçlarım düzeltiyordu. Kırk yaşlarında görünen bu kişinin saçları oldukça seyrekleşmiş ve alnı açılmıştı ama, saçlarını düzeltmek için aynanın karşısında, kalabalığa rağmen, uzun süre kalmakta hiçbir sakınca görmedi.
Bu iriyarı adam saçını düzeltmeye başladıktan sonra, diğer lavabodaki sıranın önünde yer alan bir Japon, kuyruğun uzunluğunun farkında olan birinin çabukluğuyla, elini yıkayarak arkasındaki kişiye başıyla ve bedeniyle tipik Japon selamım verip lavabodan çekildi. Onu takip eden üç-dört kişi, birbiri peşi sıra ellerini yıkayıp gittiler. Sıradakiler, gergin fakat saygılı bir sessizlik içinde beklediler; aynada saçına bu kadar özen gösteren bu kişinin kendilerine saygısızlık ettiğini düşündüklerini yüzlerinden anlamak zor değildi.
İnsan davranışlarını gözlemlemeyi ve yorumlamayı kendine meslek seçmiş biri olarak, 'Bu adam neden sıradaki insanların zamanına duyarlı davranmıyor?' diye düşünmeye başladım; aklıma birçok olasılık geldi:
a- Saçı dökülmeye başlayanlar saçlarına daha mı çok özen gösteriyorlar? Belki de görünüşü önemseyen biriyle karşılaşmak üzere olduğu için kaygılıydı ve bu nedenle kuyruktakileri fark etmedi. Kaygısı, sırada bekleyen insanların da ellerini yıkaması gerektiğini algılamasm: önlemiş olabilirdi. Yabancı insanlar arasında olmasına karşın Japon, sırada bekleyenlere duyarlı olabilmişti.
b- Düşündüğüm bir diğer olasılık, onun, iri, güçlü ve kuvvetli olduğu için, kendisine kolay kolay laf söyleyecek kimse çıkmayağını bilmenin rahatlığı içinde, 'keyfince' zamanını geçiriyor olmasıydı. Bu olasılığın ilkinden farkı şu idi: tikinde diğer kişilerin gereksinmelerini algılayamama söz konusuyken, bu olasılıkta algılamasına rağmen, 'Nasıl olsa kimse sesini çıkarmaya cesaret edemez!' düşüncesi hâkimdi,
c- Başka bir olasılık ise, bu kişinin, kuyruktakilerin farkında olmasına rağmen hiçbirini tanımıyor oluşudur. Tanıdık bildik olmayan insana saygılı davranmanın da toplumda 'zayıf, 'saf, 'keriz' gibi algılanacağı bilincindeydi. Yani tanıdık bildik olmayan insanlara değer vermek alışılagelmiş bir davranış olmadığı için, tanımadığı kimselere, birbirine yabancı olanların muamelesini yapıyordu.
Aklıma bir soru geldi: Çalıştığı şirketin genel müdürü daha doğrusu kendinden daha güçlü biri kuyrukta olsaydı acaba onun farkına varıp ona lavabodaki yerini verir miydi? içimden gelen yanıt, "Kesinlikle evet!" idi.

GÖZLEM 2

Yirmi dairesi olan bir apartmanın toplantısına katıldım. "Binanın depreme dayanıklı olup olmadığını araştıralım," diyenlerle, "Gereği yok; boşu boşuna para harcamayalım!" diyenler arasından çoğunluğu belirlemek, bir karar vermek için yapılan bir toplantıydı. Akşam saat 20'de başlaması gereken toplantı 20:30'da yirmi kişiden on birinin katılımıyla başladı.
Herkesin aynı anda konuştuğu, kimsenin kimseyi dinlemediği bu toplantının sonucunda hiçbir karar alınamadı ve katılanlar toplantıdan daha da kızgın olarak ayrıldılar.
Aklımdaki soru şuydu: "Hangi durumda bu kişiler birbirlerini dinlerler ve sırayla söz alarak konuşurlar?"
Birçok olasılığı gözden geçirdikten sonra geldiğim sonuç şu oldu: Toplantıya katılan herkesin otorite olarak kabul ettiği, gücünden korktuğu biri toplantıyı yönetseydi, herkes sırasıyla söz alır ve yönetenin gözünün içine bakarak 'saygılı bir biçimde' konuşur ve dinlerdi.

GÖZLEM 3

Şişhane'den Karaköy'e inen yolun başına, 'durmak yasaktır' ve 'park edilemez' anlamına gelen uluslararası trafik işareti konulmuş ve altına da büyük kalın harflerle 'YOL BOYUNCA' yazılmış. Ancak bu trafik işareti ve altındaki yazı Bankalar Caddesi boyunca konulmuş olmasına rağmen, yol boyunca arabalar park etmişti.
Tabii benim sorum, "Ne zaman bu trafik işaretinin bir anlamı olur ve bu arabalar buraya park edemez?" oldu. Yanıtını biliyordum: Bir polis arabası gelip teker teker bu arabaları çektirmeye başladığı zaman, bu trafik işaretinin bir anlamı olur ve bu arabalar buraya park edemezdi. Yani, gücünden korkulacak biri çevrede olmadıkça, bu trafik işaretlerinin kendi başına bir anlamı bulunmamaktaydı.
Yukarıda verdiğim her üç gözlemin ortak yanı, ortamda korkulacak bir güç olmadıkça insanlarýn ve kuralların hesaba alınmadığıdır. Ortamda korku varsa, bu korkunun kaynağına 'saygı' duyulur. Eğer ortamda korku yoksa o zaman kişilerin insan olarak değeri yoktur, kurallara uymak zorunluğu duyulmaz.
Bu dünya görüşü, yaşama bakış tarzı, sokaktaki insanla paylaşılan bir algılama zemini oluşturur. Bu algılama zemini, insanın özünü, onurunu, tekliğini önemsemez; bu zeminin önemsediği en önemli faktör güçtür. Bu bir kültürdür ve ülkemizdeki insanlar bu kültürün içinde yoğrulmuşlardır. Ne var ki, nasıl kuş havanın, balık suyun farkında değildir, insanımız da bu kültürün yaşamımıza yön verdiğinin bilincinde değildir.
Korku kültürünün bir algılama zemini olduğunu söylüyorum; bunun ne demek olduğunu iyice kavrayabilmek için, kitabın başında sözünü ettiğimiz algılama sürecinde zeminin işlevini yeniden hatırlamamız gerekir. Ne demiştik? Zemin algılamayı, algılama davranışı, davranış da kendine özgü sonucu yaratır.
Korku kültürü, belirli türden bir yaşam tarzı, bir yaşam felsefesidir. Korku kültürü insanlann özüne önem vermez; bu zeminde sosyal maskeler, mevkiler ve maddiyat önemlidir.
Değerler kültüründe insanın özü önemlidir; tüm yaşam süreci, özgün yaşama katkısı oranında anlam bulur.
Gördüğüm kadarıyla aydınlarımız, henüz bu iki kültürü tartışmaya başlamamışlar; ne var ki, kanımca Türk toplumunun en can alıcı sorunu budur.
DOĞAN CÜCELOĞLU
Kullanıcı avatarı
juanpr
Mesajlar: 473
Kayıt: 30 Ara 2010, 15:26

Re: İki Yaşam Felsefesi: Korku Kültürü ve Değerler Kültürü

Mesaj gönderen juanpr »

Güzel bir paylaşım Doğan Cüceloğlu yine cok güzel tespitler yapmş seviyorum bu adamı.
Tahterevallinin diğer ucuna oturarak sayemde yükselen insanlara;
canımın sıkıldığında kalkabileceğimi söyleyin..
[ Neyzen Teyfik ]
Cevapla