Atla İlgili Soyadı / Düşünür - Anton ÇEHOV

Cevapla
Kullanıcı avatarı
SorMakiner
Mesajlar: 632
Kayıt: 11 May 2008, 14:06
Konum: Ankara

Atla İlgili Soyadı / Düşünür - Anton ÇEHOV

Mesaj gönderen SorMakiner »

ATLA İLGİLİ SOYADI

Emekli Korgeneral Buldeyev'in dişi ağrıyordu. Ağzını votkayla, konyakla çalkaladı. Ağrıyan dişine afyon, gazyağı bastırdı, sigara dumanını tuttu, kulağına alkollü pamuk tıkadı. Ama bütün bunlar midesini bulandırmaktan başka bir işe yaramadı. Diş doktoru gelip dişini kurcaladı. Kinin yazdı ama bu da işe yaramadı.Dişini çektirmeye bir türlü razı olmuyordu. Evdekilerin hepsi kendilerince bir şey öneriyorlardı. Karısı, çocukları, hizmetçiler, aşçı yamağı Petka bile... Sonunda Buldeyev'in kahyası geldi ve generale kendini okuyup üfletmesini önerdi.
- Generalim, şehrimizde on yıl kadar önce Yakov Vasilyiç adında bir tekel memuru çalışıyordu. Ağrıyan dişlere öyle bir üflüyordu ki, hiç bir ağrı kalmıyordu. Adam yüzünü pencereye döner, bir şeyler fısıldar, sağa sola tükürür ve ağrınız bıçakla kesilmiş gibi dinerdi.
- Peki o adam nerede şimdi?
- İşinden çıkarıldıktan sonra kaynanasıyla birlikte Saratov'a yerleşti. Geçimini bu işten sağlıyor şimdi. Saratov'da oturanlara evinde bakıyor, başka şehirdekilere de telgrafla yardım ediyor. Ona yarın " Allah'ın kulu Aleksey'in dişi ağrıyor. Ağrısını geçirmenizi dileriz." diye bir telgraf çekelim. Tedavi ücretini de postayla yollarsınız.
- Bu düpedüz dolandırıcılık!
- Bence siz yine de deneyin! Votkaya düşkündür. Kendi karısıyla değil de bir alman karısıyla yaşıyor. Ağzı biraz bozuktur ama keramet sahibidir.
Generalin karısı yalvarmaya başladı:
- Ne olur telgraf çek, Alyoşa! Böyle şeylere inanmazsın biliyorum ama ben bir kere denedim. Bir kere denesen bir şey olmaz.
Buldeyev:
- İyi tamam. Bu ağrı insana, şeytana bile telgraf çektirtir. Of, anacığım bittim! Nerede oturuyor bu tekel memuru!
General masaya oturup kağıt kalemi eline aldı.
Kahya:
- Saratov'da onu tanımayan yoktur. Yazın, Sayın generalim! Saratov kenti... Sayın Bay Yakov Vasilyiç... Neydi?.. Vasilyiç...
- Eee?
- Yakov Vasilyiç... Soyadı... Soyadını unuttum. Demin buraya gelirken aklımdaydı. Durun bir dakika!
Kahya İvan Yevseyiç gözlerini tavana dikip bir şeyler mırıldanmaya başladı. Generalin karısı da sabırsızlıkla bekliyordu.
General:
- Ne bekliyorsun? Hadi, çabuk düşün! diye çıkıştı.
- Tamam, şimdi hatırlayacağım. Yakov Vasilyiç... Unuttum ya!.. O kadar basit bir soyadı vardı ki... Atla ilgiliydi. Kıskarov mu? Hayır. Aygırov'du galiba. Yok o da değil. Dilimin ucunda...
- Tayiç olmasın?
- Yok, o da değil. Durun!.. Kısrakovski, Kısrakin, Enikov...
- Bu atla değil, köpekle ilgili!.. Tayciyev miydi?
- İdişev olmasın?
- Hayır İdişev de değil.
- Beygirov, Beygirski... İgdişkeviç mi yoksa?
- Yok yok bunlar da değil!
- Peki ona nasıl yazacağım? İyi düşün bakalım, dedi general.
- Durun, şimdi... Beygirkin... Taykin... Dorukin...
Generalin karısı:
- Doruyev olmasın? diye araya girdi.
- Hayır efendim. Dizginov... Yok, o da değil! Çıkmış aklımdan!
General artık dayanamadı ve sinirlendi:
- Yıkıl karşımdan! Madem çıkmış aklından neden gelip tavsiyede bulunuyorsun?
İvan Yevseyiç yavaşça odadan çıktı. General ise yanağını tutarak evin içinde dolaşmaya başladı.
- Ahhh... Gözüm dünyayı görmüyor! Ah!.. diye inliyordu.
Bahçeye çıkmış olan kahya, gözlerini gökyüzüne dikmiş, tekel memurunun soyadını hatırlamaya çalışıyordu:
- Tayov... Tayevski... Tayciyenko... Hayır, bunlardan hiçbir değil. Beygirovski... Beygirliyev... Tayenko... Bunlar da değil! Kısrakovski... Buldeyev biraz sonra kahyayı yanına çağırır:
- Aklına geldi mi diye sorar.
- Hayır generalim hatırlayamadım.
- Atlıyev olmasın? Beygirenko?
Ev halkı, atla ilgili soyadının peşine düştü. Atların cinsleri, soyları, donları, yaşları, hepsi ele alındı. Yeleleri, toynakları, dizginleri bile hatırlandı. Evde, bahçede herkes bir aşağı, bir yukarı dolaşıyor ve atla ilgili soyadını düşünüyorlardı.
İkide bir kahyayı çağırıp soruyorlardı:
- Hergeleyiç, Toynakin, Yağızov...
İvan Yevseyiç:
- Hiçbiri değil! diyerek başını yukarı kaldırıyor ve yüksek sesle düşünmeye devam ediyordu.
- Atkin, Atski, Atov, Beygirçenko...
Çocuklar odasından bağırıyorlardı:
- Troykayiç!.. Özengiyev!..
Bütün konak ayaklanmıştı. Acısından dolayı sabırsızlanan general, soyadını bulana beş ruble vereceğini söylemişti. İvan Yevseyiç'in peşinden bir sürü insan dolaşıyordu.
- Doruyenko? Eşkinov? Kırovski?
Akşam olduğunda daha soyadı bulunmamıştı. Telgrafı çekemeden herkes uyumaya gitti.
Bütün gece generalin gözüne uyku girmedi. Dişinin acısından evde dolaştı durdu. Sabahın üçüne doğru, kahyanın odasına giderek:
- Burakov mu? diye sordu.
- Hayır, sayın generalim, değil, dedi.
General içini çekerek:
- Belki adamın soyadı atla ilgli değildir, dedi.
- Hayır sayın generalim! Kesinlikle atla ilgiliydi. Bunu çok iyi hatırlıyorum.
- Sende ne unutkan bir adammışsın! Bu benim için şimdi herşeyden daha önemli! Öleceğim neredeyse!..
Sabah olunca general dişçiye haber gönderdi.
- Gelsin dişimi çeksin! Artık daha fazla dayanamayacağım!
Diş doktoru gelip ağrıyan dişi çekti. Generalin ağrısı anında kayboldu ve rahatladı. Dişçi ücretini alıp çıktı. Avlu kapısından çıkarken, kahyayı gördü. İvan Yevseyiç, yolun kıyısında durmuş, gözlerini ayak uçlarına dikmiş ve birşeyler düşünüyordu.
- Demirkırov, Eğerliyev, Kadanov, Kulayev... Yok değil. Midilliyev... diye söyleniyordu.
Dişçi:
- İvan Yevseyiç, sizden beş kilo yulaf alabilir miyim? Köylülerin sattıkları çok kötü, dedi.
İvan Yevseyiç, önce diş doktoruna boş boş baktı. Sonra yüzünde yavaşça bir gülümseme belirdi. Doktora hiç cevap vermeden koşmaya başladı. Generalin çalışma odasına bağırarak daldı:
- Buldum, generalim, buldum! Yulafov! Tekel memurunun soyadı Yulafov! Sağ olsun diş doktoru! Telgrafı şimdi çekebiliriz, sayın generalim!
General ters ters İvan Yevseyiç'e bakarak:
- Yıkıl başımdan! Artık senin atla ilgili soyadına ihtiyacım yok!
Kullanıcı avatarı
SorMakiner
Mesajlar: 632
Kayıt: 11 May 2008, 14:06
Konum: Ankara

Re: Atla İlgili Soyadı / Düşünür - Anton ÇEHOV

Mesaj gönderen SorMakiner »

Haziran ayında bir rahatsızlığım yüzünden doktora aldığım randevuya ne hikmetse vaktinden 1 saat önceden vardım. Sebebini tam hatırlamıyorum, sanırım diğer işimin erken bitmesi sonucu olay bu şekilde seyretmişti. Herneyse, aradaki boşluğu doktorun bulunduğu binanın hemen yanında yer alan Ankara - Kuğulu Park'ta kitap okuyarak geçirmek istedim. Hava güneşli, ortam kalabalık. Bir yere oturuyum diyorum, boş yer göze çarpmıyor. Yer arayım derken parkın en iç kesimlerine dalmışım. Tabi bu esnada binbir çeşit insanı gözleme şansım da oldu. Çocuk genç yaşlı farklı türde insanların kaynaştığı bir ortam. Aranızda parkı görme fırsatı yakalayanlar oldu mu bilmiyorum ama ortamın son derece geniş olduğunu belirtmemde sanırım bir sakınca olmaz. Topluluk içerisinde bulunma fırsatlarını kaçırmayan evde oturmayıp sürekli bir keşif peşinde olan yaşlı insanlara öyle imreniyorum ki. Her ortamda karşıma çıkıyorlar. İki ay önce devlet tiyatrosunda arkadaş grubumla bir oyunu izlemeye gittiğimde de böyle yaşlı çiftleri görünce içimde müthiş bir hayranlık duygusu uyanmıştı. Durduk yere gidip ellerini öpeceğim, o derece. Zamanlarını dolu dolu geçirme çabasını elden bırakmayıp sürekli farklı alanlara katılım peşinde olan bu şahıslar aslında hayatın devam ettiğini ispatlar uygar halleriyle tüm genç nesle de örnek bir tavır içindeler. Ben yer bulma çabası içindeyken göze çarpan çok sayıda çifte kumrular, etraftaki kuşlara ve kuğulara çocukları - torunları ile yem veren insanlar, kendi halinde gazetesini - kitabını okuyan kesimler, sohbet halinde çimler üzerinde uzanmış dünyadan bihaber çoklu gruplar ve benim gözden kaçırdığım daha pek çok detay... O ara yeni kalkan kişilerin boşalttığı banka hemen yerleştim. Yaklaşık bir saatlik zamanı tüketmek için ortamın bütünlüğünü sağlayan insanlardan biri olarak kitap sayfalarını çevirmeye başladım. Elimdeki kitap, okumaya başladıktan sonra farkına vardığım kısa öykülerden oluşan Anton Çehov'a ait "Düşünür" adlı edebi eserdi. Kitaptaki sıraya göre devam ettiğim okuma şekliyle karşıma 'Atla İlgili Soyadı' isimli öykü çıktı. Yine tek cümlesinin bile anlamını kaçırmamaya çalışan okuyuş halimle öyküye başladım. Öykünün kendine has doğallının yanında yazarın üslubu beni çok etkiledi. Öyle ki kendimi bir anda öykü içinde buluverdim ve bu akış esnasında kendimde engel olamadığım gülümsemeler ortaya çıkmaya başladı. Öykü ilerledikçe bunun yerini kahkahalar almaya başladı. Bir ara kitabı kapatıp kendime gelmeye çalıştım. Zira o zaman yalnızdım. Kalabalık içinde durduk yere etrafa gülücük saçan kişi konumunda hissettim kendimi. Elimin altındaki şişenin yardımına başvurarak birkaç yudum su aldım. Okumaya başlayacağım ama kendime bir türlü gelemiyorum. Öyküdeki kelimeleri görür görmez kahkahalar başlıyor. Ben bu ruh halindeyken o sırada önümden büyük bir hızla boyu belki 1 metreyi bulmayan küçük bir kız çocuğu koşar adımlarla geçti. Öyle bir koşma hali vardı ki yürümeye yeni başlayan çocukların savsaklamasını andırır şekilde sallanarak her an tepetaklak olacak durumda, hızı da bir o kadar yüksek. Küçüğün hemen peşinden benim oturduğum konuma kıyasla muhtemelen arkalarda oturan annesi koşar halde önümden geçti. Ama ne geçiş! Kızın peşinden huzursuzluğunu dışa yansıtmada hiçbir çekinme duymayan bayanın içinden geldiğini direk dışa vurur bir söylemle 'Gıııyyzzzz! Büşraaaaaa! Gıııyyzzzz!' şeklinde son ses tonuyla haykırıp ortamı inletmesini gördükten sonra kendi halimle bu bayanı kıyasladım. Bayan, şu an aklıma getiremediğim daha birkaç cümleyi de ortamda bulunan diğer insanları düşünmeden yalnızca çocuğa ulaştırabilme telaşı içindeydi. Çocuk mu? Elbette kendi halinde son hızla koşusuna devam etti. Ta ki annesi yakalayana kadar. Bu şekilde kuğuların bulunduğu havuzu neredeyse turladılar. Bir ara havuzun karşısında onları benim hizamın tam karşısında gördüm. Aradaki onca mesafeye rağmen kadının seslerini duymada hiçbir sıkıntı yaşamadan onları seyretmeye devam ettim. Diyeceğim o ki; bayan özgür ruh halinden hiçbir şekilde ödün vermeyip tüm insanları rahatsız etme riskini göze alabilirken, ben atacağım birkaç kahkahayla etrafımdaki 3-5 kişinin rahatsız olacağı endişesini anlamsız buldum. Açtım kitabı, öykünün sonunu getireceğim inancıyla endişesiz bir halde tekrar okumaya başladım. Kahkahalar kendini yine gösterdi, bu sefer kesmedim. Resmen sesli bir şekilde gülüyordum. Çevremde bulunan insanları umursamadan gözümü kitabın sayfalarından ayırmadan sesli bir şekilde gülüyordum. Öykünün bitimine kadar süren haykırışlarla...

Bu öykünün bende neden böyle bir etki bıraktığını anlayamadım. Anlık ruh halimin bu öyküyle bütünleşmesinden midir nedir, diğer okuduklarımda rastlayamadığım bir etki bıraktı üzerimde. Bende bu metni foruma aktarmanın uygun olacağını düşündüm.

Bu arada bayan ile çocuğu merak edecek olursanız, söyleyim. Çocuk, herhalde sakinleşmesi için annesince alınan elindeki kağıt helvayı aynı çocuk edasıyla yerken; bir an olsun kendisinden gözümü ayırmadığım bayan, son derece sakin bir halde sanki hiçbir olay yaşanmamış gibi gönül rahatlığıyla önümden geçti.
Kullanıcı avatarı
otto_rino
Mesajlar: 325
Kayıt: 15 Eki 2008, 19:24
Konum: izmir

Re: Atla İlgili Soyadı / Düşünür - Anton ÇEHOV

Mesaj gönderen otto_rino »

bir saçmalık uğruna bütün ev ahalisinin seferber olması, saçma bir yarışa girmesi kahkaha atmaya değebilir evet...sen de bir saçmalık uğruna kahkahanı rahat rahat atamamışsın...bi de üstüne kendini "büşraaaaa" diye bağırabilme becerisine sahip kadınla kıyaslamışsın...sanırım bunun sonrasında kitabı tekrar eline alıp bu sefer kahkahalarını serbest bırakabilmenin nedeni de "gııııyz" diye konuşan bi kadının parkta oturmuş çehov okuyan birinden üstün olmaması gerektiği düşüncesi...böyle bişey mümkün mü..."iyiler kötüler kadar cesur olabilmeli" gibi bişey midir ki bu?...
Kullanıcı avatarı
SorMakiner
Mesajlar: 632
Kayıt: 11 May 2008, 14:06
Konum: Ankara

Re: Atla İlgili Soyadı / Düşünür - Anton ÇEHOV

Mesaj gönderen SorMakiner »

Şunu itiraf etmeliyim ki yazım esnasında vurgulanılan kısım kafama takılmıştı. Zira toplum içerisinde uygun olmayan davranış sergileyen bir şahsın halinden esinlenerek benim de çevremdekileri kendi çapımda rahatsız edebilme kanaatine varmam doğru olmazdı. Ancak benim düşüncem de zaten bu savı doğrulamıyordu. Ben orada bayanın özgür ruh halini görerek bu sahnenin olumlu tarafını kırpmaya çalıştım.
Kadının tavırları karşısında kendimi bayandan üstün görüp düşüncemi yerine getirmem de olması muhtemel seçenekler arasında. Ancak ben, gelişimi tarafımca bu şekilde yorumlayamam. Nitekim eylem olarak uygun olan-olmayan pek çok insanın tavırları karşısında kendi lehime çekebileceğim kısımları öncesinde kendime nakledememiştim. Fakat orada bayan bende bir kıvılcım oluşturdu. Oradaki sesli gülüşümle(tabi bu hayvanca bir haykırış değil) çevredekileri rahatsız edeceğim fikrinin içimde yarattığım kuruntulardan biri olup bende yine özgürlüğümü kısıtladığım düşüncesini uyandırdı. Bu sefer belli farkındalık düzeyine erişmişliğin de etkisiyle kendime engel olmayarak bir adım attığımı sandım.
İyiler kötüler kadar cesur olmalı mıdır orasını bilemem ancak farkettikleri doğrunun peşinden korkusuzca gitmelidirler.
Cevapla