Felsefenin Doğası Melankolidir

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sawas
Mesajlar: 860
Kayıt: 22 Nis 2007, 03:38
Konum: Evden

Felsefenin Doğası Melankolidir

Mesaj gönderen sawas »

Felsefe nedir? Neden gereklidir? Doğru bir felsefenin ölçütü ne olmalıdır? Felsefenin bilim ve din karşısındaki konumu ve tavrı nedir? Zihinsel bir varlık olarak felsefenin dış dünya ile kurduğu bağ ne şekilde gerçekleşir? Felsefe yapmak ile felsefe tarihi yapmak arasında nasıl bir çizgi bulunur? Gerçek bir filozofun görev ve sorumluluğu ne olmalıdır?..
Bu ve benzeri sorular, felsefe üzerine düşünümün, felsefenin felsefesinin konularını belirler. Yüzyıllardan beri filozoflar bu soruların çeşitli boyutları üzerine düşünmüş ve cevaplar aramışlardır. Yakın zamanda konu üzerine en sıkı tartışmayı Deleuze ve Guattari yapmıştı. Şimdi de Ömer Mahir Alper, Felsefenin Doğası adlı kitabıyla tartışmaya Türkiye’den katılıyor, bir katkı yapıyor. Hacim olarak mütevazı, içerik olarak iddialı kitabında Alper, bize, öncelikle Türkçe felsefe yapmanın, felsefe kavramlarını Türkçe’ye uyarlamaktan ibaret olmadığını, asıl olarak felsefe kavramlarını Türkçe düşünmek olduğunu gösteriyor. Bu özellik, kitabın dilinde çeviri ağırlığı taşımayan, çağrışımlı parçalar halinde sıralanan bir sesli düşünümün akıcılığı olarak yansıyor. Hem böylece Alper’in felsefi girişimi, düşünceyi aşkınlaştıran değil, içkinleştiren bir imkan sağlıyor. Onun felsefi çağrısı, bize, bir fildişi kuleden değil, bir ahşap zaviyeden sesleniyor. Alper, çoğu felsefecinin içinde sıkışıp kaldığı, bir nesneye gönderme yapmayan, bir özneye ait olmayan, kendisini deneyimden ayıran aşkınlık düzleminden bağımsızlaştırarak hayata içkin bir düzlemde felsefesini kurmaya çalışıyor.

Alper’in felsefi düşüncesini kurduğu zemin, Heidegger’in patikası ile Deleuze’ün yaylası arasında bir yerde duruyor. Daha doğrusu, bir patikadan bir yaylaya çıkmaya çalışıyor. Alper, felsefenin doğasını varlık ve hakikat gibi Heideggerci ontoloji konuları bağlamında düşünmekle beraber, bu konuları ve dolayısıyla felsefenin doğasını, oluş gibi Deleuzecü kavramlar aracılığıyla sorunsallaştırıyor. Başka bir deyişle, Alper, felsefenin doğasını, Heideggerci konuları Deleuzecü düşünerek sorunsallaştırıyor. Deleuze’ün Heidegger karşıtı bir felsefeci olduğunu hatırlarsak, böyle bir girişimin, felsefe tarihinde önemli bir diyaloğun, müzakerenin imkanlarını da sınadığını söyleyebiliriz. Birbirine karşıt düşünceler diyaloğa ve tartışmaya açık düşüncelerdir. Düşünceler arasındaki geçişlilik, felsefenin sürekliliğini ve zenginleşmesini sağlayan en önemli dinamiktir.

Alper, kitabının başında, felsefenin doğasının bir niteliğini, “var olmakta olan bir varolan” olarak tanımlarken, felsefe kavramını bir oluş olarak düşünmektedir. Nitekim, her kavramsal düşünme eyleminde özne ve nesne, birlikte bir değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. Dolayısıyla felsefe olarak felsefenin temel niteliklerinden biri, sürekliliği ve sürekli oluş halinde bulunmasıdır. Şüphesiz böyle bir sürekliliğin sağlanmasında ve zenginleşmesinde, felsefi metinler arasındaki geçişliliğin önemli bir yeri vardır.

Tabiatıyla, Alper’in düşüncesinde başka filozoflar ve düşüncelerinin de izleri bulunmaktadır. Alper’in eserinin gücü, bu izleri düşünce serüveninin birer anısı olarak bize yansıtabilmesinde yatmaktadır. Alper’in eseri, bu bakımdan pek çok felsefe kitabından ayrılıyor. Birçok felsefe kitabında görmeye alışık olduğumuz, düşünsel etkilerin, yazarın görüntüsünü örten bir gölge gibi yansımasına bu kitapta rastlamıyoruz. Alper, kendisinden önceki felsefecilerin düşünsel mirasını, onlarla girdiği tefekkür yolculuklarından birer anı olarak bize aktarmayı başarıyor. Bu kitap, belli bir akıma biat etmenin yemini değil, bir felsefe yolculuğunun melankoli yüklü anılarının dökümü niteliğini taşıyor.

Hüzünlü bir yalnız olarak felsefeci

Her felsefeci, her zaman biraz melankoliktir. Çünkü, melankolik insanın özge işi tefekkürdür. Melankolik insan olarak felsefeci, hayatın gündelik basit ihtiyaçlar seviyesine indirgenmesine ve yabancılaşmaya tefekkürle karşı koymaya çalışır. Felsefecideki derin düşünce gücünün bedeli ve koşulu, melankolidir. Felsefeci, yaşamla ilişkisini ve eleştirel düşüncesindeki derinliği benlik, nesneler, dünya, hayat üzerine tefekkür ederek kurar. Bilebildiğinin keyfini değil, bilemediğinin hüznünü yaşayan felsefeci varolmanın dayanılmaz ağırlığı altında hep eziktir. Kalabalıklar içinde hep bir yalnız olarak kalır. İnsan olmanın anlamının saklı olduğu asli soruları geçersiz kılan maddi hayata karşı münzevidir. İnziva, felsefeciye, her şeyin hoyratça tüketime sunulduğu bir dünyada insan için en uygun durum olarak görünür.

Modern toplumda bireyin yalıtılmışlığının ve yalnızlığının bir ifadesi, düşünsel ve estetik fragmanlaşmadır. Düşünce fragmanları, Alper’in kitabının da eksenini oluşturuyor. Kitapta sıralanan düşünce fragmanları, yazarın oluşturduğu bir konu bütünlüğüne dayanıyor. Ancak, bu bütünlük başka türlü sıralanmalara da imkan veren rizomatik bir özelliğe sahip. Zira her bir düşünce fragmanı kendi içinde bir bütünlük taşıyor. Ancak, okur anlamın bütününe ulaşmak için bütünün anlamından yola çıkmak zorundadır. Burada Alper’in çabası, okur tarafından bu düşünce fragmanlarının bağlamlarından sökülerek birbirlerini açıklayacak tarzda yeni baştan düzenlenmesidir; böylece her bir düşünce fragmanının birbirlerine yaslanmadan varlıklarını sürdürebilecekleri ortaya çıkacaktır.

Bu çaba, Alper’in kitabına bir özellik daha kazandırıyor: Alegori. Çünkü alegori, özü itibarıyla bir fragman olup, organik bütünlüğün karşıtıdır. Alegorik düşünme alanı içerisinde her bir fikir fragman olarak ortaya çıkar. Bu, organik bütünlük görüntüsünü ortadan kaldırır. Alegorist olarak felsefeci, yalıtılmış düşünce fragmanlarını bir araya getirir ve bu yolla anlam yaratır.

Alper’in felsefi eylemi, bir alegoristin eylemi olarak, her şeyin sıradanlaştığı, tekdüzeleştiği, anlamının yitirildiği, bilginin değersizleştiği, sözün kutsallığının yok olduğu bir dünyada başka bir dünya imkanının arayışı, varlık sorusunun unutuluşu karşısına bir hüznün, melankolinin dışavurumudur. 43. fragmanda dediği gibi: “Felsefe, zamanı ve mekânı terk etmeyi, buradan göç etmeyi ve yeni bir zaman-mekânda var olmayı doğrudan sağlamasa bile, hiç olmazsa buna çağrı yapmalı; yeni bir zaman-mekân algısı yaratabilmelidir
Delilik Aynı Şeyleri Yaparak Farklı Sonuçlar Beklemektir
kardelen
Mesajlar: 762
Kayıt: 17 Mar 2005, 22:35
Konum: istanbul

Mesaj gönderen kardelen »

Her felsefeci, her zaman biraz melankoliktir. Çünkü, melankolik insanın özge işi tefekkürdür. Melankolik insan olarak felsefeci, hayatın gündelik basit ihtiyaçlar seviyesine indirgenmesine ve yabancılaşmaya tefekkürle karşı koymaya çalışır. Felsefecideki derin düşünce gücünün bedeli ve koşulu, melankolidir. Felsefeci, yaşamla ilişkisini ve eleştirel düşüncesindeki derinliği benlik, nesneler, dünya, hayat üzerine tefekkür ederek kurar. Bilebildiğinin keyfini değil, bilemediğinin hüznünü yaşayan felsefeci varolmanın dayanılmaz ağırlığı altında hep eziktir. Kalabalıklar içinde hep bir yalnız olarak kalır. İnsan olmanın anlamının saklı olduğu asli soruları geçersiz kılan maddi hayata karşı münzevidir. İnziva, felsefeciye, her şeyin hoyratça tüketime sunulduğu bir dünyada insan için en uygun durum olarak görünür.
Felsefeci olacak kadar bir ruh derinliğine sahip olduğumu sanmıyorum. Hayatla uyumsuzluğumu anlattığımda annem " felsefe yapma" derdi. Galiba annem biraz haklıymış. Galiba felsefenin içine farkında olmadan bulaşmışım gibi geliyor bunları okudukça.(felsefeci ilan etmiyorum kendimi,haddim değil) günlük ihityaçlrın karşılanması, tüketime, insanın ruhunu, çevresindekileri, herşeyi tüketmesine karşı bir türlü dahil olamadıığm bu hayata karşı tek kişilik bayrak açmış durumdayım. Tabii benim bayrağım her zamanki gibi içine çekiliş,inziva ve melankoli...
fade to black
Mesajlar: 2747
Kayıt: 24 Nis 2007, 16:49

Mesaj gönderen fade to black »

Ö. Mahir Alper'in eserini okumadığım için yorum yapamayacağım.
Cevapla