Acının ve Zevkin Geometrisi

Sosyal fobi ve psikoloji üzerine makaleler..(Lütfen yazının kaynağını belirtiniz)
Cevapla
Kullanıcı avatarı
katre
Mesajlar: 928
Kayıt: 10 Eyl 2008, 02:19

Acının ve Zevkin Geometrisi

Mesaj gönderen katre »

Acının ve Zevkin Geometrisi

Anne karnında başlayan sır. Birbirinin içinde eriyen acı ve zevkin nedeni ve etkileri.


Acı tuhaftır. İğne batar, kol duyar, ama acıyan aslında beyindir. Sevilen gider, yürek yanar, ama acıyan gene beyindir. Beynim, kendini benden gizler. Acıyı duyan o değil de duyularımmış gibi beni kandırır. Ben acıyamam yalnızca bir yerim acıyabilir.
Bununla da kalmaz, beynim acı yoluyla sınırımı da belirler. Kötülük sayarız, kötünün işi biliriz acıyı, oysa iyiliğimizedir de. Deri acımasaydı, kavrulana kadar ateşten sakınmaz, kemik ağrımasaydı kırılana kadar duramazdık. 'Dost acı söyler' derler, unutulmamalıdır.
Bir bebek dünyaya geldiğinde gözleri görür ama gördüğü karaltı gibidir. Görme keskinliği ortalama yetişkinin yüzde onu kadar bile değildir, anca sekiz ay kadar sonra normal düzeyine gelir. İşitmesi görmeye göre daha gelişmiştir ve bir ay içinde olgunlaşır. Öbür duyumlarla kıyaslandığında, yeni doğanın yalnızca acı duyumu birçok bakımdan yetişkinden üstündür. Omurilik sinir hücreleri daha iletkendir. Yüzey sinir hücreleri daha geniş bir alana yayılmıştır. Küçük bir dokunma bile kaçınıcı refleks düzeneğini devindirmeye yeter ve üstelik daha uzun sürer. Bu üstünlükler bir bakıma gelişmemişliktendir. Acı dindirici düzenekler yetersizdir ve zararlı olan olmayan ayrımını iyi yapamayan bebek, acıya hem daha duyarlı hem de daha az seçici olur. Ama bu onun yaşamda kalmasına doğrudan yardımcı olur. Yeri gelmişken, daha yirmi yıl öncesine kadar tıp dünyasında bebeklerin acı duymadıklarına ilişkin genelleşmiş bir inanç vardı. Bugün bilimciler, sinir sisteminin, ilk yirmi hafta içinde acı duymayı sağlayacak yetkinliğe eriştiğini ve dölütün, en geç otuzuncu haftadan sonra acı duyduğuna kesin gözüyle bakılabileceğinde birleşiyorlar.

Bebekler acıya hem daha duyarlı hem de daha az seçici oluyor.

Gerçekten acı duyumunun erkenden devreye girmesi gerekirdi, çünkü organizmanın bütünlüğünün korunması bakımından dışsal etkilerin değerlendirilmesinde temel duyum acıdır. Ana karnındaki sıvı yatağında uykumsu bir bilinçsizlikte yaşayan dölütün bile buna gereksinmesi vardır. Çünkü anasının bedeninin aldığı biçime bağlı olarak görece en elverişli konumu koruması bir ölçüde buna bağlıdır.
Acı ilkin dışsaldır. Organizmayı bulunduğu konumu, durumu terk etmeye, çare bulmaya, değişmeye zorlayan bir olumsuzluktur. 'Acı'nın İngilizcesi, 'pain', Latince poena sözcüğünden gelir ve ceza demektir. Organizma en kısa yoldan acıdan kurtulmaya çalışacağından acının geometrisi doğrudur (iki ucu kapanmayan eğridir de diyebilirdik). Acı bu olumsuzluğuyla, dünyayı, ben ve öbürü diye böler. 'Rüyada mıyım, çimdikle beni!' deyişi bunu anlatır. Acı, sandığımın aslı olmadığını veya gördüğümün sandığım olmadığını doğrudan öğretir. Hayal ile gerçeği kesip ayırmakla, ben/ben-olmayan duyumunu kazandırır, kendi bilincime varmamın temelini kurar. 'Acı' sözcüğünün etimolojik kökeninde de ayırma anlamı vardır (İ. Z. Eyuboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü).
Buna karşılık zevkin geometrisi çemberdir. Kertenkelenin saatlerce güneş altında kalması gibi organizma, uzaklaştığı her yön ve yerden geri dönerek, zevk kaynaklarının yörüngesinde tutunmaya çalışır.


Ben ve Bendeki Ben
Zevkte kendime dürülür, acıda bölünürüm. Zevkin özdeşleştirmesine karşın, acı olumsuzluğuyla beni de, ben ve bendeki ben diye ikiye ayırır. Dişim ağrımadığı sürece onun varlığıyla varlığım bir olduğundan dişimi hissetmem bile. Ama ağrımaya başlar başlamaz, saklı varlığından silkinerek bana kendisini duyurmakla kalmaz, dayanılmaz acısıyla düşmanlaşır. Bir çaresini bulamazsa dişçim bu içimdeki başkasını çekip atar. Ama acı, bütün varlığıma içkin olduğundan derimin her bir köşesi, hemen her bir organım, kendini bana acıyla duyurduğundan kendimi kendimden dışsallaştırır, ben-içinde-ben bölünmüşlüğünde yaşarım.


Acı ve zevkin, Lorenz çekerini anlatan grafiği.

Acı içerimden yararken, zevk dışımdakiyle birleştirir. Evet, kendi kendini okşamanın, kendini övmenin de bir zevki vardır, ama güdüktür. Anca başkasından gelen zevk gönendirir, çoğaltır, güçlendirir ve o ölçüde doyurur. Acı beni bana başkası kılarken, zevk başkasını ben kılar. Dünyayı böylece içime alarak kendime dürülürüm.
Gelgelelim acı zevkin koşuludur; her zevk, yorgunluğun, açlığın, susuzluğun, yoksunluğun ardından gelir. Aslında zevk, bir acı biçimi olan arzululuğun doyurulması olduğundan yaşamasını bilen fakir, zengine göre yaşamdan daha çok zevk alabilir. Buna karşılık her zevk yorgunluk, bıkkınlık, tekdüzelik yoluyla yerini acıya bırakır. Bu yüzden yaşamasını bilmeyen zengin, fakirden daha çok acı çekebilir. Yıllar almış başarıların sevinci birkaç haftada söner. Her zevk nesnesi, verdiği marjinal zevk miktarının giderek düşmesiyle sonunda acıya evrilir. Zevkin bu bitimliliği onun çember geometrisini bozar, o zevk nesnesi başka bir zevk nesnesine ötelenir. Ve tersine, bu acıyla kuşatılmışlık, kabuğuna çekiliveren kaplumbağa gibi bizi gene kendimize döndürür. Şimdi, acının geometrisi çemberdir, zevkinki doğru olmuştur.
Zevksizlik ve acısızlık durumu cansızlıktır. Acı da zevk de eylem gerektirir; ilki kaçmak için öbürü kavuşmak için. Acı ve zevk böylece birbirinin içinde eriyerek Lorenz çekerini (attractor) andıran bir geometriyle yaşamayı sürdürme isteğimizi oluşturur. Böylece, içten bölünmüşlüğümüzde birey; tekliğimizde çoğul oluruz. Zevk baskınsa kendimizi sevinçli, acı baskınsa üzgün duyumsarız. Bu iç içelik yüz ifadelerimize de yansır, mahcubiyette sık görülür, acıyı gülümsemeyle dışa vururuz. Keza tersine, kahkahalarımız gözyaşlarına bürünür. Kaşınma, gıdıklanma, oyun ve hatta güldürü, öfke, çekememezlik, isyandaki hüzün vb. bu ikiliği dolaysızca yansıtır. Bunun gündelik yaşamımızdaki ilginç bir örneği, başkasıyla belirli bir yakınlaşma sınırımızın bulunmasıdır. Kültürden kültüre değişmekle birlikte, her toplumda bir yan yana durma uzaklığı vardır ki, aşıldığında sıkıntı verir; ölçüsü tutturulduğunda ise zevkli bir muhabbetin zemini olur.


Hayalet Acı
Ağrıma, sızlama, sancıma kadar üzüntü, keder, elem de acıdır ve okşanma kadar sevilme de zevktir. İkisi arasındaki ayrım, ilkinin tensel öbürünün tinsel olmasıdır. Tinsel acı veya zevk fiziksel uyaran olmaksızın duyulur. Ağrıyı fiziksel bir darbe yaratır, üzülmek için ise ağır bir söz işitmek yeter. Tenselden tinsele nasıl geçildiği yanıtının ipucu, acıyı duyanın ikisinde de beyin olmasındadır. Amerikan iç savaşında kolunu bacağını yitirmiş askerlerin sağaltımını yapan nörolog S. W. Mitchell'in adlandırmasıyla 'hayalet acı' (phantom pain, 1872), buna kuvvetli bir ışık tutuyor. Bu gibi kişilerin, yok-organlarında duydukları bazen dayanılmaz şiddete varan, gerçekliği kuşku götürmez acıdır bu hayalet acı. Sonraki araştırmalar, bunun merkezi sinir sisteminde oluştuğunu ve başka duyumların da fiziksel uyaran bulunmaksızın ortaya çıkabileceğini göstermiştir.
Yetimin, yoksulun, felaketzedenin zulme, haksızlığa uğrayanın, işkence görenin, yanan ormanın, soyu tüketilen kuşun böceğin, kirletilen suyun toprağın acısını duymak da bir hayalet acıdır. Yiğit olan acıyı bal eyler; acıya karşı acıyla yaşar.

YAZI: MUSTAFA CEMAL / ATLAS AĞUSTOS 2008, SAYI 185
"Hiç kimse kendisi için gizlenen müjde ve mutluluğu bilemez."
Cevapla