Atalet Mülkün Pasıdır

Sosyal fobi ve psikoloji üzerine makaleler..(Lütfen yazının kaynağını belirtiniz)
Cevapla
deagolbrandybuck

Atalet Mülkün Pasıdır

Mesaj gönderen deagolbrandybuck »

ATÂLET, kelimesi Arapça bir kelimedir. A-ta-le kökünden gelir.

Bu kelime aynı zamanda “tatil” kelimesiyle aynı kökten türetilmiştir. Tatil kelimesinin taşıdığı mânâyı bilmeyenimiz yoktur. Burada, hemen, bu kelimenin Arapça karşılığının, yine aynı kelimeden türetilen “el-Utle” olduğunu belirtelim.

Tatil kelimesi üzerinde yapılan değerlendirmelerde; özellikle de dînî perspektiften ele alınırken; ağırlıklı olarak ‘atâlet’ kavramı ve bu kavrama yüklenen mânâ ön plâna çıkarılır. Ancak biz bu yazıda, benzer değerlendirmeler yapmak yerine; yorumlarımızda atâlet kavramını merkeze alacağız.

Atâlet kelimesi, çeşitli sözlüklerde “boş durma; eylemsizlik; işlemezlik; tembellik; işsizlik” şeklinde tarif edilir. Tanımlarda dikkati çeken en belirgin hususlardan birisi, insan merkezli özelliklerin ifade edilmesidir. Bir insan boş durduğunda, bir eylem sergilemediğinde, çalışmadığında, tembellik yaptığında ve işsiz olduğunda ‘atıl’kalabilir veya atalet içinde olabilir. Ancak, insanın dışındaki varlıklarda; örneğin bitkiler ve hayvanlar alemlerinde de bu kavramın yansımaları söz konusudur. Hattâ, cansız varlıklar üzerinde de bu tanımın bazı yansımalarından söz edebiliriz.

Atalet kelimesine getirilen tanımların bir diğer belirgin özelliği, ‘müsbet’, yani ‘olumlu’ özelliklerin ‘olumsuzluk’ ekiyle ifade edilmesidir. ‘Eylem’ müsbet fiilinin tersi ‘eylemsiz,’ ‘işler olma’ müsbet özelliğinin tersi ‘işlersiz olma’dır. Diğer özellikler buna kıyas edilebilir.

Bu tanım ve açıklamalardan hareketle, ataletin hemen her sahada söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda, sayısız örnekler sunmak mümkündür. Aslında böyle bir durum, “olmazsa olmaz” diyebileceğimiz bir zaruretin göstergesidir. Çünkü insan aklı, eşyayı, varlıkları ve hadiseleri hep zıtlarıyla tanımlayabilir. Zira, ataletin olmaması demek, çalışmanın, bir eylemin, bir fiilin ve bir eserin ortaya çıkmaması demektir. Hattâ, ataletsizlik, diğer bütün zıtların vücuda gelmesini de anlamsız ve mânâsız kılar.

Şimdi, her zaman yerin dibine geçirdiğimiz, üzerine nice suçlamaları, olumsuz nitelemeleri yüklediğimiz ataletin “faziletlerinden” bahsedelim.

Eğer atalet diye bir şey olmasaydı, diğer özellikler hayal bile edilemezdi. Çünkü böyle özellik ve nitelikler asla bilinemezdi.

Eğer atalet olmasaydı, vücudun; yani var olma özelliğinin ve varlıklar âleminin en parlak nuru olan hayat, tam manasıyla anlaşılamazdı. Çünkü, ataletin bir numaralı düşmanı olan hareketlilik, değişim, dönüşüm ve gelişim, hayat unsurunun sürekli kemâle doğru ilerlemesini ve tekâmülünü sağlar. Birbirinden farklı ve birbirine zıt vaziyetlere, şekillere ve hallere giren hayat, geçtiği her evrede tasaffi eder; kıymetsiz ve değersiz unsurlardan arınır; birbirinden farklı merhaleleri ve vaziyetleri aşıp, kendisinden beklenen maksatları ve meyveleri açığa çıkarır. Her bir basamakta, Vâhib-i Hayatın; o hayatı yaratan ve ona her şeyi musahhar eden Allah’ın taklid edilmez nakışlarını; sonsuz güzellikteki isimlerinin, sonsuz mükemmellikteki sıfatların yansımalarını gösterir. İşte bu sebepten dolayıdır ki, canlılara ârız olan, başlarına musallat bulunan elemler, acılar, sıkıntılar, musibetler, meşakkatler ve belâlar bütün ataleti, tembelliği ve işlevsiz olmayı ortadan kaldırır. Hayatı sürekli harekete, faaliyete ve dikkate sevkeder. Adetâ varlıklar âlemini, bir ışık misâli aydınlatan hayat, bu sayılan olumsuz etkilerle sürekli yenilenir ve sürekli tazelenir. Sürekli yenilenme ve tazelenme ise, ataletten, durağanlıktan ve yeknesaklıktan kurtulma lezzetini tattırır. İşte bu yüzdendir ki, yeknesaklık ve ataletle karışık olarak verilen en büyük lezzet dahi; o insanı tarif edilmez bir acı, ıstırap ve azap içinde kıvrandırır.

Eğer atalet olmasaydı, onun zıddı olan sa’yin, çalışmanın ve faaliyetin neticesi olan serveti, sermayeyi, meyveyi ve muvaffakiyeti elde edebilmek söz konusu olmazdı. Servet ve sefalet gibi birbirine zıt iki neticeden hiç kimsenin haberi olmazdı. Ne servetin değeri, ne de sefaletin ağır azabı bilinmezdi. Ve en önemlisi, ebedî rahmet hazinelerini kazanmaya yönelik bir çaba, gayret ve mücadele olmazdı.

Eğer atalet olmasaydı, hayatın lezzeti anlaşılamazdı. Çünkü ataleti bırakıp, harekete geçen; azim ve kararlılıkla çalışan herkes, hayatın lezzetini hakkıyla alacaktır. Ataleti terketmeyen ise, insanların en huzursuzu, en sıkıntılısı ve en bedbahtı olacaktır. İşte bu gerçekten dolayıdır ki, şu veciz ifade, asırlar boyunca dilden dile ulaşmıştır:

“Atâlet içinde istirahat eden, ömründen şikâyetçidir. Çalışan ve iş gören ise haline şükreder.”

Eğer atalet diye bir şey olmasaydı, insanlar yaptıkları en küçük bir şeyi dahi yerli yerinde yapmayı bilmezlerdi. Çünkü, böylesi abes bir ameliyenin, işlemin ve uygulamanın kaçınılmaz neticesi atalettir.

Atalet ile onun zıddı olan çalışma, faaliyet ve sa’y, tıpkı terazinin iki kefesi gibidir. Bu kefelerden hangisi tercih edilirse; yani hangisine temayül edilirse, dini, dili, milleti farketmeksizin herkes, onun neticesine katlanacaktır. Bir diğer ifadeyle, atalete sarılan kesinlikle kaybeder.

Çünkü atalet bir “pas” mesabesindedir. Paslanan bir şey de, ne kadar sağlam, ne kadar dayanıklı ve ne kadar güçlü dahi olsa, mutlaka çürür ve parçalanır.

Çünkü atalet mülkün pasıdır.

Özellikle de, Allah’ın bir emanet olarak verdiği beden mülkü, çalıştıkça gelişir; çabaladıkça parıldar; işledikçe kendisinden beklenen fonksiyonları en âlâ seviyede sergiler.

Alıntı (Veli Sırım)
Cevapla