OBLOMOV

Beğendiğiniz ya da okumayı düşündüğünüz kitaplar hakkındaki düşünceleriniz..
Cevapla
werther
Mesajlar: 280
Kayıt: 07 Tem 2006, 18:58

OBLOMOV

Mesaj gönderen werther »

OBLOMOV (IVAN GONÇAROV)

Romandan bölümler :


1.
" stoltz: ama bu hayatta sevmediğin şey ne?onu söyle.
oblomov: her şey, durmadan öteye beriye koşmalar, küçük ihtiras oyunları, hele de aç gözlülükler, rekabetler, dedikodular, birbirine çelme atmalar, birbirini tepeden tırnağa süzmeler.konuşmalarını dinledikçe insan budalalaşıyor.ilk bakışta zeki insanlar sanırsın, yüzlerinde ciddilik okunur, ama bütün söyledikleri şu biçim şeyler: "falanca veya filanca, bilmem ne satın aldı, bilmem neresini kiraladı." başka birisi:" aa!olur şey değil niçin acaba?!" yahut:"falanca dün akşam kulüpte müthiş para kaybetti, bir başkası üçyüz bin kazandı." illallah bunlardan.bunlar arasında insanlık nerede?insanlığın yüceliği, bütünlüğü nerede kaldı?insanlık ufak paralar haline gelmiş...hayat amma da hayat ha.ne bulabilir insan orada?fikir meseleleri mi var, duygu meseleleri mi var?bu hayatın bir ekseni yok: derin, hayati hiç bir yanı yok!"

2.
“ya sen hep aynı yerde mi kalırdın? hiçbir yere gitmez miydin?
- asla!
- hayatın ülküsü bir yerde oturmaksa ne diye insanlar her tarafta demiryolları yapıyor, gemiler işletiyorlar? bu adamlara teklif edelim, ilya*, dursunlar: bizim bir yere gitmeye niyetimiz yok, diyelim.
- bizden başka bir sürü insan var. oturacak yeri olmayan memurlar, tüccarlar, komisyoncular, avare turistler çok. bırakalım, onlar istedikleri gibi gezsinler.
- peki ya sen nesin?
oblomov sustu.
- kendini toplumun hangi sınıfına koyuyorsun?
- zahar*a sor.
(...)
- *bizim efendi işte, ilya ilyiç.
ştoltz, "efendi" diye tekrarladı ve kahkahayla güldü.*”

3.
“... Zahar gülümsedi, kocaman tebessümü yüzüne yayılıp kaşlarına uzadı, oradan favorilerine girdi, favoriler kabardı, yüzünü alnına kadar bir pembelik kapladı. Masum bir hayretle söylendi:

- Dünyada tahtakurusu varsa ben ne yapayım. Onları yaratan ben değilim ya.

- Pislikten oluyor, pislikten. Orada saçmalıyıp durma.
- Pisliği ben mi icat ettim?
- Senin odanda fareler de var. Bütün gece koşup duruyorlar,”
4.
İvan Gonçarov’un bir romanı olan Oblomov’da, onu seven ve ondan yeni bir insan çıkarmayı kafasına koyan Olga, sonunda İlya Oblomov’a şunu demek zorunda kalır;

"Olan bir Oblomov’u değil olacak bir Oblomov’u sevdim.. Sen iyisin, dürüst bir insansın İlya.. Duygulusun. Ama bir kumru gibi. Başını kanadının altına sokuyor ve öylece kalıyorsun. Bütün hayatını tavan arasında ötmekle geçirebilirsin. Ama ben öyle değilim. Bu kadarı bana yetmez. Ben başka şeyler istiyorum. Ama nedir bu şeyler bilmiyorum. Sense bana neyi aradığımı söyleyemezsin."

5.
. "... Oblomovların hiçbiri kendilerine telkin edilen yaşam ilkelerini özümseyememişlerdir, bunların pratik sonuçlarını alacak kadar uygulayamamışlar; sözün eyleme dönüşmesi, ilkenin ruhun iç gereksinimleriyle kaynaşarak bu gereksinimlerin içinde eriyip yok olması ve böylece insanı harekete geçiren biricik güce dönüşmesi çizgisine ulaşamamışlardır... Onlar için düşlerin gerçeklerden, genel ilkelerin hayata ilişkin basit bir gerçekten daha değerli olması da bundandır. Bunlar yararlı kitaplar okurlar; bu kitaplarda ne yazıldığını bilmek için güzel yazılar kaleme alırlar. Daha sonra yazdıklarını okuyup kurdukları mantık zircirine hayran olmak için, cesur gözüpek şeyler söylerler. Konuşmalarındaki seslerin ahengini duymak ve bununla dinleyenleri etkilemek onlardan övgü toplamak için.
... Hatta daha da ileri gidip şunu bile söyleyebileceğiz: Gecesini gündüzünü bir takım eğlence meclislerinde roller keserek, binbir dolaplar çevirerek geçirmek ve sonra da , "Düşüncelerimizi özgürce eyleme geçirecek olanaklardan yoksun olduğumuz için bu tür işlerle uğraştık" kandırmacasında başarıya ulaşmak mümkündür...
Kendileriyle toplum arasında var olduğunu ileri sürdükleri gizemli ayrılıklarıyla, kendilerini toplumun bir türlü anlayamamasından yakınmalarıyla, yüce ülküleri eylem olarak ortaya koydukları hiçlik arasındaki bıktırıcı çelişkileriyle artık kimsenin aklını karıştıramaz olmuşlardır."
(Arka Kapak)

External links
Oblomov
http://www.ibiblio.org/eldritch/iag/oblomov.htm İngilizce
Retrieved from
http://en.wikipedia.org/wiki/Oblomov
Oblomov: A Man of his Time An Essay by Hugh R. Whinfrey, 1991
http://www.geocities.com/Athens/9529/oblomov.htm
Oblomov Full text of Oblomov in the original Russian at Alexei Komarov's Internet Library
http://ilibrary.ru/text/475/ The original Russian text
http://az.lib.ru/g/goncharow_i_a/
werther
Mesajlar: 280
Kayıt: 07 Tem 2006, 18:58

Mesaj gönderen werther »

Çeşitli Yorumlar :

1.
oblomov sadece bir aristokrat, beyzade tembelliğinin ve uyuşukluğunun bir simgesi değil, aynı zamanda rutin hayatın klişeliklerinin, bayağı ve dejenere olmuş bir şekilde yaşayıp giden sosyal çevresinin de sert ve haklı bir eleştirisidir.ama gelin görün ki onun tembellik vasfı, hep, onun bayağılıkları ve klişeleri kesin bir biçimde reddeden kişilik özelliğini bastırmıştır.ve oblomov her seferinde uyuşukluğuyla yadedilen bir edebi karakter haline gelmiştir.nasıl ki don quijote hatırlara sadece yel değirmenlerine saldıran bir karakter olarak geliyorsa (ki sizi temin ederim, bundan çok çok fazlasıdır), oblomov da buna benzer bir talihsizlik yaşamaktadır maalesef.

demek istediğim; oblomov kendini akıp giden hayattan çekmişse, çevresinden izole etmişse, tembellik sıfatından ziyade bir sebebi vardır.ama kendini dar ve sığ bir çevreye kapatmaktan başka, klasik yaşam tarzına karşı bir alternatif geliştirememesinin cefasını, çoğu defa, geceleri ansızın yatağından fırlayıp, haybeye feda olan ve halen olmakta bulunan yıllarına döktüğü sessiz gözyaşlarıyla çeker.bu haliyle oblomov'un bütün hayatı kendini yiyip bitiren bir ikilemdir aslında.o, esasında rutin hayatın bayağılıklarını reddettiği gibi, kendi yaşam tarzını da hiç benimseyememiştir.tüm bunların yerine yeni bir şeyler koymaya çalışmak düşüncesi bile onu çok yorar, hayatın istikametini tamamen değiştirmek fiili ise hiç oblomov'a göre bir iş değildir.

bu soylu, iyi yürekli saf adamın elinden, bu haliyle, kendi kendini tüketmekten başka bir şey gelmez.

bir don quijote'a, bir de oblomov'a çok üzüldüm nedense.ki iki kahramana da insanlar daha çok gülerler aslında.ama yavaş yavaş anlıyorum ki, benim üzüntüm, acımam bu iki adamdan çok, kendimedir.evet kendime..aczlerimi ve zaaflarımı kendimden çoğu defa gizlediğim için, bu eksiklikleri (ya da niye eksiklik olsun ki canım, onlar da beni ben yapan şeylerden biri sonuçta)** ancak onların vesilesiyle teşhir edip görebiliyorum.sonra da vay efendim oblomov tembel, vay efendim don quijote havai...değil efendi değil; oblomov tembel, don quijote havai değil.velev ki quasimodo da aslında yalnız ve çirkin değil...


2.
Sayın İvan Gonçarov,
Rus edebiyatının en çarpıcı eserlerinden biri olan "Oblomov" romanınızın, yüz yıl sonra, bugünün Türkiye'si için ne kadar anlamlı olduğunu söylesem inanır mısınız? Eni konu bir roman kahramanı, Rasnolnikov, Prens Andrey ya da Shaekespeare'in kahramanları gibi son tahlilde hayali bir karakter. Ama 19. yüzyıl sonu Rusya'sında yayınlandığı zaman yarattığı etki ve artık literatüre giren "oblomovluk" deyimindeki mana, "oblomov"u daha özel ve farklı bir yere koymamızı sağlıyor. Bu yönüyle belki Polyanna ile kıyaslayabiliriz. "Polyannacılık" ne kadar gerçekçi bir naif kişilik ve davranış koduysa, oblomovlukta o kadar sahici bir anti-sosyallik şifresi.
Bay Gonçarov,
"Oblomovluk"a gelmeden önce "Oblomov"a değinmeliyim. Rus modernleşmesinin meyvelerini verdiği 19. Yüzyılın ikinci yarısı boyunca Rusya'nın yaşadığı en önemli değişim, köklü aristokrasinin, yani Rus derebeyi sınıfının yaşadığı çöküntü. Bu sancılı dönüşüm sadece köylüleri şehirlere yığmakla kalmıyor, toprak sahibi sınıfları da "yeni" kent ve üretim ilişkilerine uyumsuz kılan bir tasfiye ile başbaşa bırakıyor. Köleliğin ilgasıyla temelleri sarsılan tarımsal düzenin yerini alan fabrikalar ve kiliseye meydan okuyarak gelişen üniversite, dernek, sendika, basın gibi örgütlenmeler, eski düzen ile 'doğan yeni'nin 1917 devrimine uzanan çatışmasını ateşliyor. Rus edebiyatının görkemi, tipik bir "Doğu" olarak Rusya'nın işte bu köklü dönüşümünün ürünü.
"Oblomov", yıkılmakta olan bir sınıfın temsilcisi olarak kentte tutunamayan, yeni düzene uyum sağlayamayan, değişime alışamayan bir soylu. Ancak bütün batılılaşma örneklerinde rastladığımız tasfiye olan sınıf figüründen ibaret değil. Oblomov, kendisinden ve sınıfının yaşadığı serüvenden daha fazla birşey. Hatta Bay Gonçarov, Rus batılılaşmasından yana bir aydın olarak sizin "Doğulu insan tipi"ni dramatize etmenizin bile ötesinde bir "anlam"a sahip. "Oblomov" hepimizin içinde biraz varolan ve bazılarımızda açığa çıkarak egemen olan bir kimlik belki…
Öyküye dönersek… Köklü bir toprak sahibi ailenin mirascısı olan Oblomov, büyükşehirde okulu bitirir, küçük bir memuriyet görevi dener. Bu sırada evebeynlerini kaybetmiştir ama köyüne dönmez. Üçyüz köylüsü olan çifliğin yönetimini kahyaya bırakır ve bir daha hiç gitmez. Memuriyete de uyum sağlayamadığı için bırakır ve küçük bir ev kiralayarak yaşlı uşağı ile yaşamaya başlar. Ama giderek yaşamdan kopar, insanlardan uzaklaşır, sosyal etkinliklere katılmaz, hiçbirşey yapmaz olur. Aslında "tembel" bir insan değildir ama Oblomov giderek bilinçli bir tembellik, seçilmiş bir ataleti yaşam olarak benimser. 'Hiçbirşey yapmadan biteviye uyumak, herşeyi ertelemek, en basit işleri bile sonraya bırakmak, yataktan kalkmaya bile üşenmek', haline gelir Oblomov. Kahyası arada bir mektup ve biraz para gönderir, ürün az, köylü çalışmıyor, fiyatlar düştü diyerek Oblomov'u kandırmaktadır. Ama o bir türlü köye gidip işleri yoluna koymaz. Sürekli kafasında planlar yapar, her şeyi en ince ayrıntısına kadar "düşünür". Okuma-yazma, hesap kitap bildiği için aslında bir çok şeyin de farkındadır. Ama… hiç harekete geçmez. Hiçbir planını uygulamaz, o artık ismiyle özdeşleşen bir hastalığa düçar olmuştur; Oblomovlaşmıştır.
"Sabahleyin yataktan kalkıp, kahvaltı edip divanına uzanınca başını ellerine alıp, gücünü kuvvetini esirgemeden düşünceye dalardı. Sonunda, kafası bu sıkı çalışmadan yorulur ve rahat bir vicdanla kendi kendine: Eh, bugün insanlık için yeterince çalıştım, derdi. O zaman Oblomov biraz dinlenmeye karar verir, çalışma yatışını değiştirerek daha rahat, hülyalara daha elverişli bir yatışla uzanırdı. Ciddi işleri bir yana bırakarak içine kapanmak, kendi yarattığı hayal dünyasında yaşamak Oblomov'un en büyük zevkiydi".
Çalışan, koşturan insanları hiç anlamıyordu, Oblomov. 'Ne zaman yaşayacaklar bunlar?, diye düşünüyordu. Yaşamak dediği, hiçbirşey yapmadan uyumak, yemek yemek, tekrar uyumak ve rahatça, kayıtsızca hayal kurabilmekten ibarettir. Ancak bazen farklı bir halet-i ruhiye onu sarar, başka bir bilinçle düşünmeye başlardı. "Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin gelişmekten geri kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin, hareketli hayatını kıskanıyor, kendi hayatının yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık, zavallı bir keçiyolu gibi görüyordu. İçinde hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış Fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş bir çok yetenekler olduğunu acı acı seziyordu. İçi yanarak anlıyordu ki, onda gömülü kalmış iyi ve güzel birşeyler vardı. Belki çoktan ölmüş, ya da bir dağın derinliklerindeki altın gibi saklı kalmış olan bu hazine çoktan meydana çıkmış olmalıydı. Ama öyle derinlerde kalmış, üzerine öyle pislikler yığılmıştı ki… Sanki dünyanın ve hayatın ona verdiği nimetleri birisi çalmış ve yine kendi ruhunun derinliklerinde bir yere gömüp bırakmıştı. Sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekasını alabildiğince açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu. Sanki gizli bir düşman, daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı…"
Oblomov, tüm bunları acı duyarak itiraf ediyor, kendini başkaları gibi yaşamaktan alıkoyan kötü kuvvetin ne olduğunu boşuna aradıktan sonra içini çekerek, "kaderim böyle imiş, ne yapabilirim?" diyor, sonra derin bir uykuya dalıyordu.
Bay Gonçarov, eserinizde Oblomov'un karşıt tipi olan Stoltz'a dair birşeyler söylemek isterim. Doğrusu o dönemin Rusya'sı ve Rus aydınlarının psikolojisini de anlamamızı kolaylaştıran bir figür Stoltz. Alman kökenli ve Oblomov'un tam zıddı olan özelliklere sahip; çalışkan, işkolik, başarılı, enerjik, düşündüğünü yapan, sürekli yükselen ve kazanan, işbitirici, hem de dolu dolu yaşayan. Okuyan, araştıran, müzik, tiyatro, davet, toplantılar, seyahat ve arkadaşlıklardan hoşlanan bir kişilik. Oblomov'un arkadaşı ve onu anlayan, onu Oblomovluktan kurtarmak için karşılıksız olarak ömrü boyunca yardımcı olmaya çalışan biri. Stoltz "Alman" insan tipi olarak batıyı, Oblomov ise Rus insan tipi olarak "doğu"yu simgeliyor. Stoltz; yeniyi ve geleceği, Oblomov; eskiyi ve geçmişi temsil ediyor. İçindeki yaşam dürtüsü ölmek üzere olan Oblomov'a yardım eden, yeni hayata uydurmaya uğraşan, yani Rusya'yı modernleştirmeye çalışanların simgesi Stoltz.
Oblomov'u hayata döndürmek için her yolu dener. Kuzeni Olga ile tanıştırır ve arkadaşlıkla başlayan bu ilişkinin sonunda karşılıklı bir aşk doğar. Aşk, Oblomov'u son bir kez harekete geçirir gibi olur. En önemlisi bir "amaç" sunar Oblomov'a. Fakat iş ciddiye binip evlilik gündeme geldiğinde, Oblomov'un karşısına dikilen sorumluluklar, onu korkutur ve "aşk" ateşiyle yanan son umut ışığı da söner. Oblomov, tekrar Oblomovluk limanına sığınır. Dostu Stoltz'a şöyle der: :"Demin bana yüzümün pörsümüş ve tazeliğini yitirmiş olduğunu söyledin. Doğru; ben yıpranmış bir elbise gibiyim, nedeni de ne iklim ne de iş yorgunluğu. Oniki yıldır içimdeki ateşi yakacak hiçbirşey bulamayınca kapalı kaldı, kendi zindanını yaktı ve söndü. Oniki yıl geçti ve artık bu uykudan uyanmak istediğimi bile duymaz oldum."
Bay Gonçarov, Oblomovluk, sadece değişen bir toplumda çöken bir sınıfın dramını simgelemekle kalmıyor, belki bundan daha fazla, bütün bir doğu insanının izler taşıdığı kadim bir ruhu ve yaşama bakış tarzını ifade ediyor.
Biz "Doğu"lular, Bay Gonçarov, batılıların binbir merak ve heyecanla aradığını çoktan bulmuşta kaybetmiş gibi davranırız. Yaşamak nedir? Hayatın anlamı nedir? Kainat, dünya, tarih nedir? Savaş ve ölüm, aşk ve barış, tahakküm ve özgürlük nedir? Çok, hem de çok iyi biliriz. Tarih "biz"dedir Bay Gonçarov. Batılılar kelt kabileleri halinde insan eti yiyerek dolaşırken, "Doğu", yıldızlar arası mesafeyi ölçüyordu. Ateşi ve suyu dizginliyor, atı ve kurdu terbiye ediyordu. Batılıların bütün gelecek "kurgu"ları, Doğu'nun masallarındaki "yaşanmışlığın ürünü sahiciliğin" yanında Cin Ali Tefrikası gibi kalır. Oblomov'u anlamak için, bu kadim ruhun yorgunluğunu anlamak gerekir. Bizim topraklarımız, dağlarımız, denizlerimiz yaşanacak herşeyi görmüşlüğün ürperteci dinginliğine sahiptir. Dinlerimiz, insanın açığa çıkmış bütün bilinci, bilinçaltı ve potansiyellerini "bilerek" konuşur. Dillerimiz, sonsuz olasılıkların, inceliklerin, nüansların bütününü ifade edebilecek yaratıcılığa ve şiirselliğe sahiptir. Devletlerimiz, birkaç bin yıllık deneyimin üstüne oturur, sözlerimiz bütün ihtimalleri karşılayacak bilgilerle doludur. Biz biliriz ki, "dünya Sultan Süleymana bile kalmamıştır", "dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir", "Malda yalan mülkte yalan var, var biraz da sen oyalan…" Biz, zamanın da herşeyi çok ciddiye almış ve sonra hayalkırıklığı yaşamışlığın ürünüyüz, Bay Gonçarov. Farkında ve bilincinde olmasakta, bu "yaşamak ağrısı" derinden derine herşeyimize nüfuz etmiştir. Efsanelerimiz, destanlarımız, söylencelerimiz, masallarımız, atasözlerimiz, deyişlerimiz, türkülerimiz… Biz "insanlığın" "bir kere ve bütün zamanlar için" açığa çıktığı, patladığı, yaşadığı ve söndüğü dünyanın çocuklarıyız ve belki de bu yüzden son üçyüz yıldır batıda yaşananlara hayranlıkla bakarken bile, aslında içten içe küçümseyen, yukardan bakan, önemsemeyen bir edayı da saklı tutarız. Bakalım bu gidişle nereye varacaklar? Diye tedirginlikle süzeriz. Oryantalizm, Doğu'nun zenginliklerini yağmalamak için yola çıkmış ve Doğu'nun bu muazzam gerçek zenginliğini anlama, algılama, çözümleme çabasına dönüşmüştür. Bizim batılılaşmamız bile, bir doğulu tavrın ürünüdür. Biz, herşeyi yeniden keşfeden şaşkın ve azgın toplulukların olası şerrinden korunma içgüdüsüyle davranırız; bize, tüm insanlığa, tüm evrene hadlerini aşan zararlar vermelerinden endişe ederiz. Bizim fi tarihimizde çok azgın topluluklar, hükümdarlar, kabileler çıkmıştır, biliriz. Ne saltanatlar, şaşaalar, yenilikler, büyüler, efsunlar görmüşüzdür. Biraz para, yeni silahlar ve sözde yüce gayelerle Tanrıcılık oynamaya kalkan ne firavunlar tanımışızdır. Büyüklenme, kibirlenme, ilahlığa soyunma, Doğu'nun çocukluk hastalığıdır. Ne icatlar, keşifler yapmış, ne kadar çok sevinip, ne içten ağlamışızdır.Biz herşeyi belki birkaç defa yaşamaktan yorulmuşuzdur. Bu yüzden, en geniş anlamıyla "oblomovluk" bize aittir. Batılılar anlayamaz ve o yüzden "Oblomov" romanı batılı dillere çevrildiğinde kayıtsız ve ilgisiz davranılmıştır.
Kendimize haksızlık etmeyelim Bay Gonçarov. "Oblomov" yanımızı anlamaya çalışalım; hayat karşısındaki ürküntüyü, kötülüklerle başedememe korkusunu, gündelik işler peşinde koşturmacanın anlamsız 'anlam'larını, tekrarı, tekerrürü… "Bilip"te kaçmak, güvenli bir limana sığınmak "yatıp uyumak" belki yanlış ama anlaşılır bir şey aslında. Çünkü; oblomovluk, bir asosyallik değil, antisosyallik, tembellik değil şuurlu atalet, agorafobi değil, bir varoluş trajedisidir. İnsanlara, topluma ve dünyaya duyulan bir nefretin değil, tanrıya ve kadere sitemin ifadesidir. Oblomov, temiz yürekli, iyi niyetli, dürüst ve zeki bir kişiliktir. Duygusal ve saftır. İnançlı ve ahlaklıdır. Herşeyi yarına bırakmak, ertelemek, eyleme geçmemek "sorumsuzluğun" ürünü değil, tersine sorumluluk duygusuyla irkilmenin yarattığı donukluğun sonucudur. Oblomov, uyuşukluk değil, belki fazla uyanıklığın; hayata yukardan bakmanın, bütün sonuçları görerek "son"ları karşılamak istememenin yıkılmışlığıdır. Yalnızlık, "sigara külü kadar yanlızlık"tır, Oblomov. İçe dönmek, kendinden ibaret bir dünya kurarak yaşama havlu atmaktır. "Gölge etmeyin başka ihsan istemem demektir". Ölümü, "yaşayan ölü" haline dönüşerek yenmek, hayat kıvılcımlarını yok ederek ölümün işlevini elinden almaktır.
Oblomovluk, bir hastalıktır, evet. Ama, maalesef biz istesekte istemesekte, bizimle birlikte yaşayan bir hastalıktır. "Biz"e ait, doğulu ve asil ruhların bir yüzüdür. Bizim dünyevi cennet düşlerimizi dengeleyen karşı kutbumuzdur. Oblomov yanımız, her daim içimizde yaşar ve bazen bizi kuşatarak yerimize geçer. Oblomovluk, bizim "mutsuz bilinc"imizdir. Binlerce yılın içgörüsüdür. Hayat denen garip yolculuğun, tarih denen insanlık masalının, dünya denen terkedilmişliğin, zamanın, ölümün, Tanrının mahsun bir tebessümle kenara çekilip temaşa edilmesidir. Oblomovluk, "ben oynamıyorum" demektir. "Siz önden buyurun, devam edin" demektir.
Bay Gonçarov, Mektuba başlarken, Oblomov'un yüzyıl sonra bizim için ne kadar anlamlı olduğunu vurgulamıştım.

İyi bir şey olduğundan değil, tersine bir şekilde bu hastalığı üzerimizden atmak zorundayız. Anlamı şu; Oblomovluk, bizim yani doğulu yanımızın tarihe tekrar dönmek ve yeniden, kaldığı yerden yaşamak için bir yüzleşme nedeni olarak okunabilir. Dedim ya , herşeyi zaten yaşamış olmaklığın verdiği o derin "yapacağız da sonra nolacak" tavrı, o kendini yeniye, ileriye, değişmeye, farklı olana merak duymaya, geleceği başka tür tasarlayıp onun için uğraşmaya kapatmış olan yanımızı diriltmek için bir iç hesaplaşma imkanı olarak değerlendirebiliriz. Oksidentalizmi, yani batıya yukardan bakan ve kendine güvenen o bilge tavrı kuşanmakla işe başlasak mesela?
Çünkü, bugün o hale geldik ki, hayal kırıklıkları, beyhude çabalar, bizi tüketen çatışmalar sonunda bütün idealist insanlarımız hayata küstü. En önemlisi bizim devletin bizatihi kendisi oblomovlaştı. Her sorunun üzerini örtmek, herşeyi ertelemek, mazaretler üretmek, gün doldurmak..Bu davranışlar devletin "uykuya daldığı"nın göstergeleri. Sadece güvenlik gibi yaşamsal ihtiyaçları için hareket eden ve bunun dışında bir irade, hareket, politika geliştiremeyen felçli bir hasta gibi..Sonuçta hangi deli bir kuyuya taş atsa kırk akıllı yıllarca çıkaramıyor. İnanmayacaksın ama neredeyse Türkiye'nin tamamına yakınının karşı olduğu başörtüsü yasağı gibi kanayan bir yaramız var ve fakat kuyudan çıkar çıkarabilirsen. Cezaevlerinde ölüm oruçlarında teker teker ölen çocuklarımızı unuttuk bile. Hiçbir sorunumuzu çözecek kararlılık ve cesareti gösteremiyoruz. Bunca kurum, kuruluş, parti, dernek, örgüt var ama o kadar anlamsız sorunlarla o kadar ciddi ciddi boğuşup ta çözememek, hatta yeni sorunlar çıkarmak, oblomovluk değilde ne?
Kendi uyuşukluğumuzun suçunu başkalarında aramak doğru değil, tabii ki..Ama söylemeden geçemeyeceğim, romanınızdaki iyi niyetli Stoltz karakteri Rusyada oblomovluğun tasfiyesini ve pozitif bir dönüşümün itici gücünü oluşturmuş olabilir. Fakat bizde stoltz tipi, yani batıcı ve batılılaşmış unsurlar bırakın topluma , ülkeye faydalı olmayı, bizi daha fazla oblomovlaştıracak ne şeytanlık varsa yapmak için bir birleriyle yarışıyorlar. Sonuçta çalışmak, koşturmak, başarmak, dolu dolu yaşamak isteyenler ahlaksızlık, hırsızlık, sahtekarlık, eyyamcılık, oportinizm, zevkperestlik ve parataparlık ile özdeşleşiyor. Bu tipin karşısında ise oblomovluk daha sahici ve dürüstçe bir şey olarak kalıyor. Yani bizim varoluşumuz, illa iki negatif uçtan oluşan tüketici bir paranteze hapsolmuş görünüyor.
Bay Gonçarov, anlayacağın o ki, "bizi de yakıyor bizim ateş"
Belki, bizim yeni bir ruha ihtiyacımız var. Bir ortak ülkü, yüce bir amaç, bizi hayata ve tarihe biz kalarak döndürecek parlak bir ışık!. Belki aramak ve bulmak zorunda olduğumuz şey, terkettiklerimizdir.
Hoşçakal...
*Açık Mektuplar, Ahmet Özcan, Kızılelma yay. 2004, İst

3.
Oblomov’u ancak aşk uyandırır :
Oblomov, bilindiği gibi İvan Gonçarov’un romanı, aynı zamanda roman kahramanın da adı... Oblomov, kahramanı olduğu romanın sayfalarında yaşamıyor sadece, etrafımızda akıp giden hayatın içinde de geziniyor.
Hayatı algılayış biçimlerinden biri de ‘oblomovluk’tur. Oblomov, sahici bir problemi olmayan, elinin altındaki imkanları tüketerek yaşayan, can sıkıcı bir hayatın silik bir figürü... İnsanın hayat ve kendi varlığı üzerine düşünmesiyle birlikte tanıştığı kaygıdan uzak olduğu gibi, coşku ve hazı da tanımıyor. Bir kumru gibi başını kanadının altına sokuyor ve öylece kalıyor. Tavan arasının izbeliğinde geçirdiği hayatı sırtında bir yük gibi taşıyor. İçinde ne yakıcı, ne de kurtarıcı hiçbir ateş yanmıyor. ‘İçimdeki ateş, yakacak hiçbir şey bulamayınca kendi zindanını yaktı ve söndü’ diyor. Bütünüyle sönmüş bir hayatın kahramanı o; yıpranmış bir elbise gibi duruyor orda. Zaman zaman biz de ona benziyor, ‘Oblomovluk’ yapıyoruz. Bizi yaşatan heyecandan, üzerinde durduğumuz zeminden, yaslandığımız ve ondan beslendiğimiz anlamdan uzaklaşıveriyoruz birden. Hayatımız kâbusa dönüşüyor. ‘Bitti,’ diyoruz, ‘her şey bitti!’ Oysa biten bir şey yok. Heyecanımızı, üzerinde yaşadığımız zemini, hayatta oluşumuzu anlamlandıran yolculuğu yarıda bırakmış olmamızdır, hayatı bizim için kâbusa dönüştüren. Bizi hayata ilikleyen aşkı yitirmişizdir. Aşk olmayınca, hayatın yakasından düşüveriyoruz. Hayatta hiçbir şeyin karşılığı olarak gelmeyince, var da olamıyoruz. Nihat Dağlı hayatı okuyor; yaşadığı ‘an’ı anlamlı kılarak sürdürdüğü yolculuğuna dair şeyler anlatıyor. Bütün bir ömrü, ‘Oblomovluğa hayır’la geçirmek gerektiğine inanıyor. İnsanı yaşatan o muhteşem durumu, aşkı üst başlık edinerek yaşıyor. Hayatı bir aşk yürüyüşüne dönüştürmekten bahsediyor. Biraz öyküye yaklaşan; ama şiirselliği ihmal etmeyen denemeler...
Berkay Çiftçi / İstanbul
13.03.2002

4.
"... oblomovluk, bir asosyallik değil, antisosyallik, tembellik değil şuurlu atalet, agorafobi değil, bir varoluş trajedisidir. insanlara, topluma ve dünyaya duyulan bir nefretin değil, tanrıya ve kadere sitemin ifadesidir. oblomov, temiz yürekli, iyi niyetli, dürüst ve zeki bir kişiliktir. duygusal ve saftır. inançlı ve ahlaklıdır. herşeyi yarına bırakmak, ertelemek, eyleme geçmemek son tahlilde “sorumsuzluğun” ürünü değil, tersine sorumluluk duygusuyla irkilmenin yarattığı donukluğun sonucudur. oblomov, uyuşukluk değil, belki fazla uyanıklığın; hayata yukardan bakmanın, bütün sonuçları görerek “son”ları karşılamak istememenin yıkılmışlığıdır. yanlızlık, “sigara külü kadar yanlızlık”tır, oblomov. içe dönmek, kendinden ibaret bir dünya kurarak yaşama havlu atmaktır. “gölge etmeyin başka ihsan istemem demektir”. ölümü, “yaşayan ölü” haline dönüşerek yenmek, hayat kıvılcımlarını yok ederek ölümün işlevini elinden almaktır.
-ahmet özcan-"

5.
bir yazar neyi ve nasil anlatirsa anlatsin, nihayetinde kendi cografi ve edebi topografyasinin belirlenimi altindadir. oblomov, ahmet özcan'in da üzerinde durdugu gibi uyusukluguyla, tembelligiyle, askinin yüceligiyle, erdemiyle, istekleriyle dogu insaninin bir imgesini olusturur iken, en yakin arkadasi alman "stolz" bati insaninin bir simgesir. dogu bati karsitliginda cikan sonuc, okura birakilmis gibi dursa da olga'ya duydugu askin yüceligi , kendi eylemlerinin bilincinde olmasi ve uyusuklugunun altina serpistirdigi modern insan elestirisi ile yazarin oblomovluk nezdinde bati insanina bir elestiri getirdigi de gözden kacmiyor.

hasil olan, en azindan her insanin üzerinde birlestigi "ask" olgusundan oblomov'a bir bakis cok daha anlasilir olacaktir.

yataktan kalkamayan oblomov, uyusuk,tembel oblomov, kendisinin tam karsiti durumunda olan arkadasi alman stolz'un yardimina maruz kalir. stolz, bu iyi yürekli, temiz, saf arkadasini yataktan kaldirmak, silkelemek, kendine getirmek icin olga adindaki kiz ile tanistirir. genc kizimiz, oblomov'un aksine hareketli, enerjik, tuttugunu koparan güzel bir kadindir ve oblomov'u etkileyerek onu yatagindan kaldirip her pazar teyzesinin evine getirmekle kalmaz, kitap okumak, gezilere cikmak ve türlü sosyal aktiviteler gibi mesguliyetleri kazandirir. bu görüsmelerden dogan ask, oblomovun tüm bedenini sarar. kendisinin sevilecek bir yani olmadigina kanaat getiren oblomov, yine de umutsuz degildir, ugruna "yataktan kalktigi" herseyiyle sürüklendigi bu ask karsiliksiz da degildir. ne var ki kendisinin de farkindadir. nisanlanma sürecini dahi baslatmaktan aciz oldugunu görür. en önemlisi ise, sevdigi bu insan ile evlenirse, mutluluktan cok aci ve istirap dolu günler yasatacaginin farkindadir. oblomovluk denilen olgu da budur. son'u bastan görüp hic baslamamaktir. bu nedenle cok sevdigi olga'dan ayrilmak zorunda kalir. ayriligi sonrasi olga'nin cekecegi acinin, tüm yasami boyunca verecegi eziyetten cok daha iyidir gibi bir yaklasim modern insanin ask anlayisinda yoktur belki. oblomov, bu noktada insan olmanin kacinilmaz sorumlulugunu üzerine alir. kant, özgürlügü insanin bilincli olarak alacagi hazdan sorumluluklari dolayisla vazgecmesi olarak yorumlamisti. özgürlügün bir baska acidan imgesi olan oblomov, ayni zamanda yasamsal secimlerini, kendisinden önce belirlenmis, olusumunda hicbir katkisi olmadigi göreceli ahlak yasalarindan da arindirmistir. o, yataktan kalktigi an/cok sevdigi olga ile evlendigi zaman yaratacagi/olusturacagi mutsuzlugun farkindadir. yani oblomovluk, mutsuzluk bilincidir. ahmet özcan'in da belirttigi gibi "hayata yukardan bakmanın, bütün sonuçları görerek “son”ları karşılamak istememenin yıkılmışlığidir" oblomovluk.

oblomov'un yataktan kalkmamasini uyusukluk, sevdigi halde sevgilisinden bilincli olarak ayrilmasini ise sevginin getirecegi yükümlülüklerden kacmak olarak yorumlayabilecek olanlara goncarov hikayenin sonunda onun bütün iyi niyetini algilamis stolz ile bir bakima cevap veriyor.

hulasa; oblomovluk, bilincli bir secimdir. gücün uzun süre bosa harcanacaginin farkindaligi ile hareket etmektir. goncarov'un oblomovu, nazarimda "askin" bencil bir karakteri olmadigina iliskin yan anlami ile okunasi bir kitaptir.
(borges

6.
ekmegini cali$ip kendi kazanan insanlar arasinda ne yapacagini $a$iran, bu ce$it bir hayat macina hazirlanmadigi icin hayatla arasi acik olan, kendini ta$iyamayan bir yuktur bu karakter. hic bir zaman i$e giremeyen, i$sizlikten zevk alamayan bir kaosun icindedir. annesinin ruyasina buyuk bir devlet adami olarak giren oblomov kucuk bir memur bile olamami$tir.
kar$it karakteri stoltz ise post modern hayatin prototipidir. bu hayat macina kucuklugunden beri hazirlandigi icin oblomov' un elde edemedigi refah ve mutlulugun sahibidir. oblomov kaybederken stoltz kazanandir.
oblomov' un ruhu stoltz' dan daha derindir.

7.felatun bey ile rakım efendi, fatih harbiye...gibi doğu- batı ikileminin, karşıtlığının sergilendiği türk romanlarının rus versiyonu diyebileceğimiz; bir doğulunun oldukça iyi anlayabileceği ancak batılı birinin anlamakta zorlanacağı iddia edilen- ki büyük oranda doğru - aslında içimize işlemiş miskinlik, adam sendecilik, yarın yaparımcılık duygularının bir karakter ve aile çevresinde somutlaştırıldığı ve eleştirildiği eser...

8.bu bir yere gitmeme-gidememe ve kaldığın yerde de hiçbir şey yapamama tutunamayanlara esin kaynağıdır.
Cevapla